Sözleşmeyi imzalarken ne düşünüyordum ki? Tabii ki, terfimi. Alacağım fazladan parayı, göreceğim saygıyı. Bakalım terfi için verilen görev kutusundan bana ne çıkacak?
Bundan tam 10 yıl önce bugün, serin bir mayıs sabahında işe
başlamıştım. Özel sektördeki tüm işlerin robotlar, robotumsular veya adına her
ne diyorlarsa onlarla doldurulduğu bir dönemdi. Bizim gibilerin tek seçeneği
devlet memuru olmaktı ve ben de öyle yapmıştım. Sınavlar, yetenek testleri,
mülakatlar derken kendimi on binlerce kişi ile aynı işi yaparken bulmuştum.
Önümüze getirilen dosyaları sistemlere girmek.
İnanılmaz değil mi? Her gün yüz binlerce kişi, milyarlarca
harfi ve rakamı klavyede tuşluyor ve ağın derinliklerinde bir yere gönderiyor.
Dosya dosya masalarda duran kağıtlarda ne yazıyor, girdiğimiz veriler nereye
gidiyor hiç bilmiyorum. Anlamsız bir iş. Bir sürü kelime, sayı ve işaret
kombinasyonu bana ve diğerlerine bir şey ifade etmiyor.
Şimdi soracaksın, bu kadar süre orada neden çalıştın? Ortam
mı güzeldi? Aslına bakılırsa, çalıştığımız yere eşeği bağlasan durmaz. Önlü
arkalı, sağlı sollu yerleştirilmiş bir sürü küp, büyük bir odaya tıkıştırılmış
yüzlerce kişi ve hiç durmadan basılan tuşlardan çıkan garip bir gürültü. Bunaltıcı mı? Tabii ki.
Ben yine de devam ettim, diğer herkes gibi. Çünkü son beş senedir o da küplerle dolu bu yerde çalışıyor. Saçları güneş kızılı, teni kar
beyazı bir kız. Her sabah aynı zamanda çay alırız ve o her sabah bana günaydın
der. Günümün en güzel anları. Yıllarca aynı yerde olmak için yeterli mi? Pekalâ,
yalan söylemeyeceğim. Gonca, gerçekten çok güzel bir kız olabilir ama beni asıl
tutan yapacak başka bir iş olmaması. Memur değilsen 5. Sektörün dışında bir
yerlerde sürtersin. Hayatta kalmak için çöp toplar, etraftan bulduğun
malzemelerle kendine bir gecekondu yapar yaşarsın. Herkesi burada yıllarca çalıştıran asıl
mesele bu.
Az kalsın unutuyordum. Kutuyu, sahte bir gülümseme ile
müdürün masasından aldım ve odadan çıktım. Halâ merak içindeydim. Terfi
görevleri çok gizlidir. Kimse hakkında konuşmaz, şakasını bile yapmaz.
Yazılanları veya söylenenleri yerine getirir. Sonrasında şef, lider her ne bok
olacaksa o olur. Böyle konuşuyorum çünkü hayatımda ilk defa bu şeylerden aldım.
İçinden çıkacakları bilmiyorum, ne yapacağımı bilmiyorum. Ama bulutların
üstündeyim. Kolumun altındakini herkes görüyor.
Aslında 3. Koridordan yürüsem yerime daha yakın ama
Gonca’nın yanından geçmek için 5. Koridora giriyorum. Ne de olsa yakında farklı
bir görevim olacak. Küplerin içinde oturan 10 kişiden ben sorumlu olacağım.
Alacağım para artacak. Hem belli mi olur belki kızıl da benim için
çalışanlardan biri olur.
“Merhaba,” dedi arkamdan hiç tanımadığım bir ses.
Siktir ya. Yoksa bu o mu? Titreme hissi. Bu sadece içimde mi
oldu yoksa gerçekten tüm vücudum onun önünde sallandı mı?
Sakin olmaya çalışarak sesin geldiği yöne döndüm ve
gülümsedim.
“Tebrik ederim. Terfi kutusunu almışsın.”
Konuşan gerçekten kızılmış.
“Şşşey. Ev…ev…evet ben.” Saçmalama Ali, hiç zamanı değil.
Hem sen çocukluğundan beri kekelemedin ki. Şimdi nereden çıktı bu?
“Umarım görevini başarırsın ve seni müdür olarak görürüz.”
“Yapabilirim,” diyebildim.
Sonunda elini sallayıp yerine oturdu da biraz rahatladım.
Yapabilirim mi? Düşündükçe ne kadar saçma bir şey söylediğimin farkına vardım.
Neyse bu durumu toparlayacak zamanım olur herhalde. En azından dikkatini
çektim. Şimdi yerime geçip bana verilene bakma zamanı.
Bu durum resmen başka bir sınav. Karşına ne çıkacağını
bilmiyorsun. İçimden bir ses, soruların çalışmadığım bir yerden geleceğini
söylüyor. Siyah kutunun üzerine iliştirilmiş bir zarf. Hemen içinden çıkan
kağıdı okuyorum.
“Evinize ulaşana kadar açmayın ve göreviniz hakkında kimse
ile konuşmayın. Aksi takdirde terfiniz iptal edilecektir.”
Tabii ya, daha önce hiç oturduğu yerde bu şeylerden açanı
görmedim. Hep düşünmüşümdür bu kadar önemli bir iş için neden akşama kadar
beklerler. Demek ki, sebebi bu notmuş. Ne yapalım, gidene kadar bekleyeceğiz.
Bir süre daha anlamsız şeyleri sisteme girmeye devam.
Heyecandan mıdır nedir, zaman su gibi akıp geçti. Servise
doğru yola çıktığımda tekrar o güzel sesi duydum.
“İyi akşamlar, Ali.”
“Sana da,” dedim. Hem de kekelemeden. Eh, bu da bir gelişme.
Bu hızla gidersek daha fazla konuşacağımız kesin.
Memur olmanın bir diğer faydası, 3 numaralı servis trenine
binebiliyorsunuz. Eskiler ama devlet daireleri ile sektörler arasında hiç
durmadan dolaşıyorlar ve iş görüyorlar. Beni yaklaşık yarım saatte eve
bırakabiliyor. Bu sefer her zamankinden daha havalıyım. Kolumun altındaki
sayesinde güvenim yerinde. Bakışların üzerimde olduğunu biliyorum.
Sonunda durağıma geldik. Etrafa gülümseyerek bakıyorum. Eğer kendimi durdurmasam tüm trene iyi akşamlar diyeceğim. Görevi tamamladıktan
sonra görmeyeceğim ayakta dikilen onlarca insana son bir kez baktım. Diğer
kademedekilerin bindiği servis trenlerinde koltuk olduğunu duymuştum. Bir
sonraki sefer oturarak geleceğim.
Evim, güzel evim. Kendimi rahat hissettiğim 50 metrekarem.
Ne oldu? Küçük mü geldi? Yalnız yaşayan devlet memurlarına verilen standart bir
daire işte. Hem para, hem ulaşım, hem de öğlenleri yemek versinler ve sonra tüm
bu imkanların üstüne büyük bir evde mi oturmamı sağlasın devlet? Şımarık
olma lütfen.
Gelelim asıl meseleye. Madem bu kadar gizli olmasını
istiyorlar, şu ışığı bir yakalım ve perdeleri kapatalım. Kutuyu açma zamanı
geldi. Şekil bile yapmışlar. Mum mühürlü ip ile sarılmış. Kolay kopsa bari.
Ve tam tahmin ettiğim gibi başaramadım. İpi çekiştirmekten
ellerim morardı resmen. Bir bıçakla tek seferde kestim ve hemen kapağı
kaldırdım.
Bu da nereden çıktı şimdi? Bunlar benden ne istiyorlar?
Dolu bir şarjör, bir silah ve büyükçe bir zarf. Sanırım
içerisinden bir not çıkacak ve şöyle yazacak:
“Kendini bu silahla öldür. Sen de kurtul, biz de
kurtulalım.”
Gerçekten merak ettim. İçinde tek bir nottan fazlası olduğu
kesin. Görelim bakalım görevimizi.
Bir adamın fotoğrafları, adam ile ilgili bir sürü bilgi ve
uzunca bir mektup.
“Devletimizin, siz vatansever yurttaşlara daha önce hiç
olmadığı kadar ihtiyacı vardır. Sizler çalıştıkça güçleniyor, büyüyor ve
sizlere daha iyi imkanlar sunuyoruz.”
Falan filan. Bir takım güzellemeler ile devam ediyor.
“Polis güçlerimizin ve robotik devriyelerin de belli bir
limiti vardır. Onların ulaşamadığı bilgilere, görevlere siz terfi ettirilecek
vatandaşlarımız ulaşacak ve verilen görevleri yerine getireceksiniz.”
Of yeter artık. Görevim ne?
“Katiller, tecavüzcüler ve hırsızlardan oluşan bu kişileri
ortadan kaldırarak hem insanlarımızı koruyacak hem de terfi alacaksınız. Ekte
yer alan dokümanlardaki kişi sizin hedefinizdir. Gönderdiğimiz silah ve şarjör
devletimize ait olup tamamlayacağınız görev tamamen yasaldır.”
Bakalım bana ne gelmiş. Fotoğraflar. Yakışıklı bir tip. Ne
tür bir suçlu acaba? Hırsızlar mı yakışıklı olurdu yoksa katiller mi?
Adamımızın öz geçmişi. Ve tam isabet. 15 kişinin katili.
Şimdi anlıyorum, bütün bu terfi işlerinini neden büyük bir
gizlilik içinde yürütüldüğünü. Düşünsene genel müdürlüğe kadar yükseliyorsun.
En az üç terfi gerekir. Bu da üç görev demek. Bu da en az üç kişi demektir.
Bilemiyorum, belki statü arttıkça öldürmen gerekenlerin sayısı da artıyordur. Bana
bu görevi veren müdürümün kaç leşi var acaba?
Tamam. Kolay kısım bunları okumaktı. Peki şimdi nasıl
yapacağım ben bu işi? Hadi adamı buldum diyelim nasıl öldüreceğim? Hayatımda
kimseyi öldürmedim ki. Hatta bir sineği bile… Neyse buna inanmazsın zaten. Gece
kafanın üzerinde vızıldayan bir sinekten daha kötü ne olabilir ki? Hiç
dayanamam, yapıştırırım duvara.
Ve dip not: Görevi başarmak için bir hafta süreniz var. Bu
süre boyunca idari izinli sayılacaksınız.
Hadi bakalım, önümde tam 7 günüm var. Düşünmek için iki,
plan yapmak için iki gün harcasam, işi bitirmek için üç günüm kalır. Ya peki
başaramazsam, ya vazgeçersem? Büyük ihtimalle aynı şekilde devam ederim. Sabah
8 akşam 5 iş, trende ayakta yolculuk ve 50 metrekare. Bir de kızıl benimle bir
daha konuşmayabilir. Hangisi daha kötü? Katil olmak mı, bu hayata devam etmek
mi?
Dur bir dakika. Bu ses kapı zilinden mi geliyor? O kadar
uzun süredir çalmadı ki, pas tutup bir daha asla çalmayacağını düşünmeye
başlamıştım. Tam da terfi görevi aldığım gün, tesadüf mü?
Silahı ve diğer şeyleri kutunun içine geri koydum ve hepsini
yatağın altına ittirdim. Zil yine çaldı.
“Patlama geldim.”
Hırsla kapıyı açtım ve donakaldım.
“Merhaba Ali.”
Kekeleme, kekeleme, kekeleme…
“Mmmm”
“Kusura bakma seni rahatsız ettim ama şey aslında çok uzakta
oturmuyorum. Sadece birkaç blok ötede. Belki birlikte bir çay içeriz diye
düşünmüştüm.”
O düşünmüş ama benim kafam bir anda boşaldı. Hiçbir şey yok.
Konuşamıyorum bile. En azından şaşkın suratımı toparlayayım. Zor da olsa
gülümsedim.
“İçeri gelmez misin? Ben şey, daha yeni…”
“Çok özür dilerim. Ani oldu farkındayım ama uzun süredir
görüyoruz ve birbirimizi tanıma
fırsatımız olmamıştı.”
Fırsat mı? Kendine gel oğlum. Fırsat ayağına geldi işte.
“Lü…lüt…lütfen içeri gel. Ben hemen bir çay koyayım. Dışarı
çıkmaya gerek kalmaz. Oturur sohbet ederiz.”
Kenara çekildim ve o da minik ayaklarının üstünde içeri
süzüldü. Ev zaten büyük değil. Oturacak yer belli, yatacak yer belli. Onun
evinin de bundan farkı yoktur herhalde. Utanacak bir şey yok.
“Nasılsın Ali?”
“Sağ ol ya sen?”
“Ben de iyiyim işte. Bildiğin gibi.”
“Evet, bildiğim gibi terfi edeceksin. Bir şeyler içmeyecek miydik?”
“Şey, çay alır mıydın?”
Ses çıkarmadan kafasını salladı. Makine hazırda bekliyordu. Ben de hemen tuşuna bastım.
Bence bu kızın aklı benim geleceğim konumda. Saflığın alemi
yok. Bugüne kadar tek kelime etmemiş ama bugün birden selam vermeler, evime
gelmeler. Bu durumun bir ismi vardı galiba. Bir birliktelik çeşidiydi.
Hatırladım. Karşılıklı çıkar ilişkisi. Ne yapalım? Eğer benimle yatacaksa
durumu kabul edebilirim.
“Görevimi başarırsam, sıradan memurluktan bir üst seviyeye
çıkacağım. Durumları biliyorsun.”
“Evet. Daha önce de terfi alan insanlar görmüştüm.”
Güzel bir sesin bu duvarların içinde yankılandığı ender
günlerden biri. İzlediğim pornolardaki kızları saymazsak tabii. Aynı zamanda
evimdeki en zeki dişi, benden kaçmayı başaran dişi sinekler yine istatistik dışı kalıyor.
“Peki, ne görev vermişler sana?” diye sordu.
“Söyleyemem. Bunu da duymuş olmalısın. Kimse görevinden
bahsetmez.”
“Ah, evet. Unutmuşum.”
“Çayına şeker ister misin?”
“Bir tane alayım.”
Bardağı Gonca’ya uzattıktan sonra hemen yanına oturdum. O
kadar yakındık ki, ona dokunmamak için kendimi zor tutuyordum. Birkaç yudum
çaydan sonra ben de daha rahat konuşurum diye düşünüyordum ama öyle olmadı.
Yine ağzımı açamadım.
“Umarım başarırsın ve senin ekibinde olurum. Kaç senedir
birlikteyiz, her sabah selamlaşıyoruz. Hiç dikkatini çekmedim mi?”
İşte olacağı buydu. Konuya sen girmezsen o girer. Ama hoşuma
gitmedi değil. Her şeyi karşı taraftan beklemiyor en azından.
“Çektin. Çekmez olur musun?”
Ne kadar güzel gülümsüyor.
“Yani, be…be…ben biraz çekingenim.”
“Evet. Fark ettim. Önemli değil. Bu sana tatlılık katıyor.”
Mantıklı bir şey söyle Ali. Hedefe yönelik bir şey söyle.
Yatağa giden kapıları aç.
“Teşekkür ederim.”
Tamam, farkındayım. Sıçtım. Ama bence hala şansım var. Yani
görevi yapıp terfiyi alırsam kesin bende bu kız.
“Şey, ben artık kalkayım.”
“Ne çabuk içtin çayını.”
“Sıcak seviyorum.”
“Ben de. Ama içmeyi unutmuşum.”
Güzel bir kahkaha patlattı.
“Yarın görüşürüz, Ali.”
“Ben yarın izinliyim.”
“Biliyorum. Akşam iş çıkışı uğrarım.”
Yanağıma bir öpücük kondurdu ve gitti. Sonra zaten
sersemlemiştim. Zihnim öyle karışıktı ki kendimi yatağa attım. Terfi için yapmam gerekenleri düşünmeye çalıştım ama bir türlü kafamı toparlayamadım. Tüm gece kızıl saçları, beyaz teni ve o güzel dudakları gördüm rüyamda.
Sonraki iki gün elimdeki fotoğraflara bakarak ve düşünerek
geçti. Her akşam uğradı Gonca. Bir çay içti ve kalktı. Planlama aşamasındaki
diğer iki gün 5. Sektörün dışına çıktım. Adamımı takip ettim. Gezdiği yerlere
gittim. Günlük rutinini öğrendim.
Aslına bakarsanız, hiç de öyle katil gibi durmuyor. Varoş
kahvelerine gidiyor, orada çıkan gazeteleri okuyor ve hatta sokaktaki insanlara
yardım bile ediyordu. Ama her zaman böyle değil midir? Katil asla katil gibi
görünmez. Hep en masum gözükenden çıkar. Yani en azından filmlerde öyle.
Planım kafamda netleşmeye başladı bile. Adam neredeyse
savunmasız ve her akşam evine dönen bir tip. Görevin bana verilme sebebi adamın
yaşadığı bölge olsa gerek. Eh polislerin ve metal kafaların o mahalleye neden
giremediğini anlayabiliyorum. Orada yaşayanlar tüm bu sisteme karşı. Robot
devriyeler hurda olarak iyi para eder. Bölge zaten kalabalık, polislerin de
üzerine çullansalar yetecek. Bu durumda görev terficilere kalıyor.
Büyük gün. Bana verilen sürenin dolmasına daha 48 saat var
ama ben işi bugün bitireceğim. Kalan zamanda da kendime gelmeye çalışırım
herhalde. Plan basit. Çok fakir biri
gibi gidip kapısını çalacağım. Beni içeri alacak ve ben de belimdeki silahı
çıkartıp kalbinden vuracağım. Bir filmde görmüştüm, kafaya ateş etmemek
gerekiyor.O zaman etraf çok dağılıyor ve ben o görüntünün etkisinden
kurtulabileceğimi sanmıyorum.
Dolaptan çıkardığım onlarca yıllık kıyafetlerim beş gündür üstümde. Yeterince eskidi ve koktu
bence. Hatta biraz sağından solundan yırtarsam tam olacak. Aç mıyım? Evet açım.
Biraz kötü kokuya ihtiyacım var. Onu da sektör dışına çıkmadan önce lojmanın
önündeki çöpte yuvarlanarak halledebilirim. Kızıl beni bu halde görmesin yeter
bana.
Sektörün dışına, varoşlara çıkmak kolay oldu. Şimdi biraz
yürüme zamanı. Adamın eve dönüş saatine kadar etrafta dolaştım. Sokaklar o
kadar kalabalık ki, sanki benim göt kadar evime onlarca insan davet etmişim
gibi.
Terfim evine döndü. Bir süre daha yerde, çamurun içinde oturdum. . İyice pisim artık. Yardım isteme zamanı. Belimdeki emaneti kontrol
ettim ve üzerime giydiğim yırtık gömleği silahı kapatacak şekilde dışarı
saldım. Kalbim yerinden çıkacak neredeyse. Birisini vurmak, öldürmek. Bu
düşünce plan yaparken de aklımdaydı ama hiç bu kadar kemirmemişti beni. Yürü be
aslanım sen sinekleri gözünü kırpmadan avlamış adamsın. Bunu mu yapamayacaksın?
Hedefimin kapısını çaldım. Hiç bekletmeden açtı.
“Çok açım. Yiyecek bir şeyiniz var mı?” dedim hiç
düşünmeden.
“Tabii. İçeri gel.”
Ne iyi adam ya. Bu adam katil olabilir mi? Acaba evine
aldıklarını mı öldürüyor?
“Şe…şe…şey ben girmesem.”
“Gel çekinme. Mutfakta yiyecek bir şeyler var.”
Başka bir odaya geçecek. En iyisi arkasını döndüğü gibi ateş etmek. Yoksa
yapamayacağım. Hızlıca silahıma davrandım ve terfime doğrulttum. O anda evin
içindeki koltuklardan takırtılar geldi. Ateş mi etmeliyim? Etrafa mı
bakmalıyım?
Hedefim kahkahalarla gülmeye başladı. Neler oluyor lan?
“Sen ne ilksin ne de son olacaksın.”
İşte şimdi sıçtık. Koltukların arkasından bana doğrultulmuş
silahları görmemek körlük olurdu. Oracıkta kaldım. Adam bana döndü.
“Korkma biz katil değiliz.”
“Ya ben öyleysem?”
“Sen de öyle değilsin. Terfi için buradasın.”
Takip mi edildim yoksa? Ben onu izlerken, o da beni mi
izledi acaba?
“Seni vurabilirim,” dedim sonunda.
“Ama yapmayacaksın. Yaparsan da sorun değil, o çok istediğin
makamları göremeden ölmüş olursun.”
Adam haklıydı.
“Bak evlat. Beni iyi dinle. Ben katil, tecavüzcü, hırsız
ya da sana her ne söyledilerse o değilim. Biz burada yaşamaya çalışıyoruz. Daha
iyi şartlar istiyoruz. Sadece şu anki devlete ve sisteme karşıyız. Bir nevi
muhalefetiz. Ve bizden başka bunu yapabilecek yok.”
Kolumu aşağı indirdim sonunda. Kapının yanından fırlayan bir
adam hızlıca elimden çekip aldı silahı.
“Kendinizi o kadar kaptırmışsınız ki… Bir işiniz var diye,
üç kuruş paranız, bedava servisiniz var diye gerçekleri görmezden geliyorsunuz veya size göstermiyorlar. Sen hangisisin bilmiyorum ama önemi yok. Kullandığınız
bilgisayarlara girdiğiniz şeylerin ne olduğunu bile bilmiyorsunuz. Sadece
oturup saatlerce klavye ile oynuyorsunuz. Beyni yıkanmış, at gözlüğü takılmış
kölelersiniz.”
Yıkıldım. Düşününce anlamlı geliyordu ama kabul etmek
istemiyordum.
“Şimdi istersen burada kal, istersen de ait olduğun yere
geri dön. Ama orada da artık seni iyi şeyler beklemiyor.”
Hayır. Ben bu pisliğin içinde kalamam. Benim bir işim var.
Terfi almasam da olur. Bu şekilde yaşayamam.
“Hadi git evlat. Daha fazla durma burada. Unutma bir gün
size verdikleri şeyleri kesecekler ve o gün hepiniz buradakiler gibi
olacaksınız. Belki daha bile kötü.”
Arkamı döndüm ve koştum. Ciğerlerim patlayana, ayaklarımı
hissetmeyene kadar koştum. Bir servis trenine atladım ve eve girdim. Şimdi ne
yapacağım ben? Bana ne olacak? İşime devam edemeyecek miyim?
Kapı çaldı. Yine hiç olmadık zamanda. Lütfen Gonca olsun.
Lütfen ona sarılayım ve o beni teselli etsin.
Yavaşça kapıyı açtım. Kızıl karşımda duruyordu. İşte tam
istediğim kişi. Sarılmak için hamle yaptım ama bir adım geri çekildi.
“Ne yaptın Ali? Görevini tamamladın mı?”
O anda gözyaşlarım daha fazla durmadı ve yanaklarımdan
süzülmeye başladı.
“Demek başaramadın.”
İşte geliyor. Beni terk edecek. Sadece terfi alacağım için
bana yanaşıyordu.Cebinden telefonunu çıkardı ve bir yeri aradı.
“Evinde. Görev başarısız. Tekrar ediyorum görev başarısız.”
“Ne yapıyorsun sen? Kimi aradın? Kimsin?”
Telefonunu yavaşça eski yerine koydu ve elini belinin arkasına
attı. Şimdi bana bir silah doğrultmuş önümde duruyordu.
“Ya teslim ol ya da seni vurmak zorundayım.”
“Bu da nesi?”
“Bu benim 5. yıl terfim.”
Beşinci yıl mı? Bana niye hiç teklif edilmedi lan bu? Yeni mi çıktı
acaba?
“Neler oluyor be?”
“Görevini başarıyla tamamlasaydın, bunlara hiç gerek
kalmayacaktı Ali.”
Üzgünüm demesini bekledim ama boşuna. Hiç öyle gözükmüyordu.
Ne safmışım. Ben de terfim için ya da ne bileyim yakışıklı falan olduğum için
benimle ilgileniyor sanmıştım.O sırada polisler de yanımızda bitti.
“Ali Yaman. Sakın kıpırdama. Tüm kimliklerini bırak.
Görevinde başarısız olduğun için devlet memurluğundan atıldın. Bizimle
geliyorsun. Sektörün dışında güvenli bir bölgeye bırakılacaksın.”
Yıkıldım. Hatırlayamadığım bir süre boyunca polis eşliğinde götürüldükten sonra varoşlarda serbest bırakıldım.
Şimdi ne yapacağım? Burada nasıl yaşayacağım? Bildiğim tek
eve gittim. Şimdi terfimin, bir kaç saat önce öldürmeye çalıştığım adamın kapısının önünde duruyorum. Artık ben de onlardan biriydim. Sistemin dışına atılmış bir
çarktım. Kopmuş bir dişli, bir muhalif.
Kapıya vurdum ve hiç bekletmeden açıldı. Terfim karşımda
duruyordu.
“Aramıza hoş geldin.”