Bir mermi ile düşüncelerim arasındaki mesafe bir namlu
kadar. Böyle bir durumda hep hayatımın film şeridi gibi gözümün önünden
geçeceğini düşünürdüm. Bir miktar yanılmış olabilirim. Bunda biraz da benim
kabahatim var. Önemli olabilecek bir sürü olayı son birkaç saate sığdırabilmek
büyük başarı oldu. Tüm bunların sonucu ise tam bir hayal kırıklığı.
Kafama dayanmış bir altıpatlar varken halâ umudum var. Ne de
olsa, ben de karşımdakinin kafasına aynı marka ve aynı model bir silah dayamış
durumdayım. Her türlü kazanan da kaybeden de ben olacağım gibi hissediyorum.
Peki, bu noktaya nasıl geldim? Bana kalırsa tüm her şeyin sorumlusu spiral.
Sıfır Noktası…
Hayatımın on yılını harcadığım çalışmalarımın sonuna
gelmiştim. O gün yardımcım ısrarla bana karşı çıkıyordu.
“Profesör, lütfen. Cihazı denemenin başka yolları da
olabilir. Aklıma bir sürü fikir geliyor, sizin de bunları düşünebileceğinizden
eminim. Neden?”
“Denemek zorundayım genç dostum. Kaybedecek bir şeyim
yok. O talihsiz güne geri dönmeliyim.
Son bir defa ona bakmalıyım. Mümkünse koklarım, mümkünse dokunurum, bir kez
daha.”
“İnsanlık tarihini değiştirecek bir buluş bu, profesör. Eğer
başarılı olursanız tekrar denemeden önce her şeyi gözden geçireceğiz. Lütfen,
bana söz verin.”
“Daha iyisini yapıyorum. Şuradaki hafıza kartında tüm
çalışmalarım detayları ile var. Eğer başıma bir şey gelirse de devam
edebilirsin.”
Yardımcımın endişesi her halinden belliydi ama yapmak
zorundaydım. Belki bir fırsatım olurdu. Ufak bir uyarı.
“Profesör, lütfen ayarları yapmama izin verin. Sadece bir
saniye kalacaksınız. Bir an. Daha fazlasında neler olacağını bilemeyiz.”
“Haklısın. Al bakalım. Tam tarihi ve saati tablete girdim.
Gideceğim yerin koordinatlarını da girdim. Sadece orada kalacağım süreyi sana
bırakıyorum.”
Genç adam, U.Z.A.B. adını verdiğimiz cihazı 1 saniyeye
ayarladıktan ve parmak iziyle kilitledikten sonra bana uzattı.
“İyi şanslar profesör.”
“Teşekkürler.”
Düğmeye bastım ve oradaydım. Bir an, bir saniye. Sevgili
eşimin tam arkasında. İkimize kahvaltı hazırlıyordu.
1 Noktası…
O sabahı her gün, kafamın boş olduğu her an düşündüm.
Yataktan kalkıp elimi yüzümü yıkamaya gitmiştim. Sevgili eşim benden önce
davranmış ve ikimize güzel bir kahvaltı hazırlamaya koyulmuştu. Henüz mutfağa
girmeme birkaç adım kalmıştı ki sesini duydum.
“Yine gizlice arkama geldin ve beni mi korkutacaksın?”
Ardından odaya girdim.
“Bana mı söyledin?”
“Ah, ben de seni tam arkamda sanmıştım. Gel otur bakalım.
Omletimiz hazır.”
Afiyetle yemiştik yumurtalarımızı. Güneş henüz etrafı
aydınlatmamıştı. Ben biraz daha keyif yapacaktım. O da işe geç kalmamak için
hızlıca kahvaltısını bitirip hazırlanmıştı. Son öpücüğü o zamandı, son kez
orada pembe dudaklarını hissetmiştim.
O an o kadar kısa sürdü ki, kendimi tekrar yardımcımın
yanında buldum. Heyecanla sordum.
“Bir şey değişti mi? Bir farklılık oldu mu? Bir şeyi
etkiledik mi?”
Bana gülüyordu.
“Hiçbir şey olmadı Profesör. Hiçbir şey değişmedi. Peki ya
siz? Gerçekten o ana döndünüz mü?”
“Ah, o kadar yakındım ki… Ama çok kısa sürdü.”
“U.Z.A.B. bir mucize. Ben de denemek isterim. Gitmek
istediğim tarihlerin ve koordinatların bir listesini yaptım bile.”
Duyduklarımla kendimi toparlamam bir oldu.
“Bugünlük bu kadar yeter. Artık evine git. Uzay zamanda
nasıl bir değişiklik yaptığımızı henüz gözlemleyemedik. Belki de hiçbir şeye
dokunmadık. Hadi durma git artık.”
“Ama profesör?”
“Hadi git diyorum. Yoksa seni zorla kapının dışına atarım.”
İstemeyerek de olsa gitmişti. Yalnız kaldığıma göre tekrar
deneyebilirdim. Arkamı döndüğümde kendimle baş başaydım. Tekrar yapmamam gerektiğini
biliyordum. Ama içimdeki ben isteğimi bastıramıyordu. Yine sadece bir anlığına.
Belki sesimi duyurabilirdim. Artık cihazı daha farklı ayarlayabilirdim. Tecrübe
kazanmıştım ve o gün evden çıkmasını engelleyebilirdim.
1 Noktası…
Tam kapıdan çıktığı anda oradaydım.
“Gi…” diyebildim sadece ve U.Z.A.B. beni geri getirdi.
Evet, hatırladım. Kapıdan çıkarken geri dönüp sormuştu.
“Bir şey mi dedin?”
“Hayır,” demiştim kafamı dijital gazeteden kaldırmadan.
Kapının nazikçe kapandığını hatırlıyordum. Evden ayrılışının üzerinden henüz
yarım saat geçmişti ki, telefonum çaldı. Ekrana baktım ve biricik eşimin beni
aradığını gördüm. “Yine ne unuttu acaba,” diye düşünmüştüm.
Telefonu açtığımda bana ismimle hitap eden bir erkek sesi
duymuştum. Telefonun sahibinin nesi olduğumu soruyordu. Eşi olduğumu
söyleyince, sakin olmamı söyleyerek anlatmaya başlamıştı.
“Eşinizin kullandığı araç karşı şeritten onun tarafına geçen
başka bir tanesi ile çarpıştı. Lütfen panik yapmayın. Her iki sürücü de
hastaneye kaldırılıyor. Oraya gelirseniz size yardımcı olacaklardır.”
Sabahın erken saatlerinde muhtemelen uykusunu alamamış bir
şoför karşı yöne geçmişti ve bu da tam eşimini oradan geçtiği an olmuştu. Bu
nasıl bir tesadüf olabilirdi ki?
Tekrar denemeliydim. Evden çıkışını mı geciktirmeliydim?
Yoksa arabasını biraz daha yavaş kullanmasını mı sağlamalıydım? Bunları nasıl
yapabilirdim? O talihsiz saat ve dakikada orada olmasa ne olurdu?
Kendi kendime verdiğim tüm tavsiyelere ters düşecek bir
hareket yaptım ve karşı şeride geçen adamın arabasına gitmeye karar verdim. Kazadan
hemen önceye. Belki…Belki hiç olmamasını sağlayabilirdim. Karşı yoldan onun
tarafına geçmesini engelleyebilirdim.
2 Noktası…
İki aracın birbirine çarptığı o uğursuz koordinatları ve
tahmini kaza zamanını girdim. Sabahın köründe uykusunu tam almadan yola çıkan
gerizekâlıyı durdurabilirdim belki.
Riski göze almıştım. Bu sefer daha fazla kalıp
başarabilirdim. Kendimle olan mücadelemi hatırladım. Doğru değildi, doğrusal
olmalıydı. Neden aksi olsundu ki? Tüm hesaplamalarım doğrusal bir akış olduğunu
gösteriyordu.
Minimum etki ile maksimum verimlilik almalıydım. 5-10 saniye
işime yarayabilirdi. Belki de daha fazlasına ihtiyacım vardı. Ayarları yaptım
ve düğmeye bastım.
İşte o adamın arabasındayım. Tüm düşüncelerim karışmıştı. Ne
söyleyeceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum. Bir hareket yapmama gerek kalmadan
beni fark etti.
“Neler oluyor be,” diye bağırdı ve arkasına dönüp bana
baktı. Göz göze geldik. O katille göz göze geldik.
O andan sonra her şey çok hızlı gelişti. Karşıdan gelen
arabanın ışıkları yüzüme vuruyordu. Eşimin arabası.
“Sen de kimsin? Nereden çıktın?”
Sürücünün dikkati dağılmıştı. Bana doğru bir hamle yapmaya
çalıştı. Kendimi savunmak istemiştim ve arabanın savrulduğunu hissettim.
“Önüne baa…” diye bağırırken cümlemi tamamlayamadan bir
karanlık çöktü üstüme.
3 Noktası…
Geri dönmeyi başarmıştım. Hemen etrafı kontrol etmek,
değişen bir şeyler olup olmadığını öğrenmek istiyordum. O an odanın diğer
ucunda duran kendimi gördüm. Elinde bir silah bana doğrultmuştu.
“Geleceğini biliyordum,” demişti karşımdaki ben.
“Nasıl? Ne yaptım ben?”
Tüm ayarlar doğruydu. Sadece birkaç saniye fazla zaman
geçirmiştim. Yine de paralel bir evren oluşturmaması gerekiyordu. Hesaplama çok
basitti. Yolculuğumu bir fenerden çıkan ışık gibi düşün. Arkadaki bir noktaya
tutuyoruz. Bir an orada ve sonra yansıyor. Bu sırada farklı noktaya kırılmasını
önlemek için tekrar yansıtıyoruz ve kaynağa geri dönüyoruz. İnce bir ayar ama
başarılı olmuştu şimdiye kadar.
“Bunun olacağını söylemiştin.”
“Hayır, hayır. Buraya ilk defa geliyorum. Daha önce
karşılaşmadık.”
“Karşılaştık. Tam yardımcımı gönderdiğim, deneyi tekrarlamak
istediğim sırada geldin ve cihazdaki hatadan bahsettin. Bir daha karşıma
çıkarsan da seni vurmamı istedin.”
“Sen de kabul mü ettin yani?”
“Eh, insan sadece kendisine güveniyor ve kendi kendime
verdiğim bir tavsiyeyi tutarım.”
“O zaman bir daha gelirsem. Olduğum yere yakın bir yerde
bulunmaya çalış ki, işimi hemen bitirebilesin.”
“Ben şimdi biti….”
U.Z.A.B.’ı nereye, hangi zamana ayarladığımı bilmeden
çalıştırdım. Tekrar bir karanlık çöktü.
5 Noktası…
Gözlerimi açtığımda geri dönmüştüm. Kapıyı ve önündeki iki
adamı gördüm.
“Ama profesör?”
“Hadi git diyorum. Yoksa seni zorla kapının dışına atarım.”
Yine doğru yer ama yanlış zaman. O an cihazdaki ve
hesaplamalarımdaki sorun belirdi kafamda. Çözmek için ufak değişiklikler
yeterli olabilirdi. En büyük hatayı uzay-zamanın doğrusal aktığını düşünerek
yapmıştım ya da yapmıştık. Aklımı kaybetmek üzereydim. Daha fazla
dayanamayacağımı biliyordum. Orada öylece düşünürken karşımdaki ben de bana
bakıyordu.
“Niye geldin? Bir şeyler ters mi gitti yoksa?” diye sordu
bana.
“Her şey, her şey ters gidiyor. Tamamen yanılmışız. Doğrusal
değil. Bunu düşün ve sakın şimdi yapmayı planladığın şeyi yapma.”
“Ne planlıyorum peki?”
“Hadi ama ben senim. Biraz sonra ne yapacağını çok iyi
biliyorum.”
“Açıkla o zaman. Anlat bana.”
“0,1,1,2,3,5…”
“Yani?”
“Neyse boş ver. Eğer bir daha gelirsem silahı al ve vur beni.
Korkarım ki, tüm bu olanlara ben sebep oldum. Onu ben öldürdüm ve biraz sonra
sen öldüreceksin.”
Ben birkaç ufak ayar yaptım ve beni dinlemeyeceğini bile
bile karşımdakine de gösterdim. Bu sefer doğru yere ve zamana gidebilirdim.
Doğrusal bir hareket yoktu ama rastgele de değildi. Gideceğim yer belliydi.
Karanlık çöktü.
8 Noktası…
Silahımı hazırladım ve havaya kaldırdım. Aynı anda
karşımdaki de havaya kaldırdı. Bir bütünün iki yarısı gibi duruyorduk.
Bir mermi ile düşüncelerim arasındaki mesafe bir namlu
kadar. Böyle bir durumda hep hayatımın film şeridi gibi gözümün önünden
geçeceğini düşünürdüm. Bir miktar yanılmış olabilirim. Bunda biraz da benim
kabahatim var. Önemli olabilecek bir sürü olayı son birkaç saate sığdırabilmek
büyük başarı oldu. Tüm bunların sonucu ise tam bir hayal kırıklığı.
Kafama dayanmış bir altıpatlar varken halâ umudum var. Ne de
olsa, ben de karşımdakinin kafasına aynı marka ve aynı model bir silah dayamış
durumdayım. Her türlü kazanan da kaybeden de ben olacağım gibi hissediyorum.
Peki, bu noktaya nasıl geldim? Bana kalırsa tüm her şeyin sorumlusu spiral.
“Cevabı merak ediyor musun?” diye sordum karşımda duran
kendime.
“Ediyorum.”
“Tek bir şartla söylerim.”
“Neymiş şartın?”
“Kesinlikle bir daha denemeyeceksin. Hatta U.Z.A.B.’ı yok
et.”
“Nedenmiş o? Bir kez daha onu görmek istiyorum. Ona dokunmak,
onu koklamak istiyorum. Sen bunları yaptın ve şimdi beni engellemek istiyorsun.
Ben olsam ben de öyle yapardım.”
“Beni iyi dinle. Öyle bir şey yaptık ki, belki de ölümüne
biz sebep olduk. Bilemiyorum. Kafam çok karıştı.”
“Bence ölümüne sen sebep oldun ve şimdi sen de ölmeyi hak
ediyorsun.”
“Doğrusal hareket etmiyor. Bir Nautilus kabuğu, bir girdap,
bir hortum veya galaksiler gibi. Bir spiral.”
“Bunu söylediğin iyi oldu.”
“Hayır, hayır. Sakın yap…”
“Kendime karşı sözümü yerine getirip, kendimi vurduğuma göre
U.Z.A.B.’ın ayarlarını doğrusaldan spirale çevirip hep istediğim o ana
gidebilirim artık. Onu bir kez daha görebilir, belki dokunur, belki de
koklarım.”
0 yorum:
Yorum Gönder