BEYAZ KORSAN
Makine
Kulübü ismi verilen bar, dışarıdan tarihi yapıları andıran ama aslında büyük
depremden sonra yapılmış taklit bir binadaydı. Ahşap gibi görünen dokunmatik
yüzeyler ile donatılmış masalar, duvarlara asılmış eski film afişlerini
gösteren çerçeveler -ki onlar da dijitaldi ve belirli aralıklarla değişirdi- ve
hep aynı makineden çıkan içerisine çeşitli içkilerin aroması katılmış sıvılar
ile dışı kadar içi de sahteydi.
Hande,
İstanbul’da neredeyse hiç durmadan yağan yağmurdan sırılsıklam bir halde içeri
girdi. Üzerinde bacaklarını olabildiğince ortaya çıkaran bir pantolon ve deri
bir ceket vardı. Kafasına koyduğu herkesi tavlayabilecek kadar etkileyici
olması gerekiyordu ama kısa sarı saçları ıslanıp gözünün önüne düşmüştü. Bir
erkek çocuğu gibi gözüktüğünü tahmin edebiliyordu.
“Lavabo
ne tarafta acaba?”
“Bir
şeyler içecek misin? Yoksa sadece ihtiyacın için mi geldin?” diye sordu barmen.
Genç
kız, yavaş adımlarla bara yaklaştı ve deri ceketinin fermuarını biraz açtı.
Parmaklarını iki göğsünün arasına soktu.
“Eski
tip kağıt para mı istersin yoksa kripto olanlardan mı?”
Barın
diğer tarafındaki adam gülümsedi. Elindeki bez, temizlemeye çalıştığı bardağın
içinde kalakalmıştı.
“İstediğin
gibi ödeyebilirsin canım,” dedi. “Lavabo şu tarafta.”
Parmağıyla
barın diğer ucunda bulunan kapıyı işaret etti.
“Teşekkür
ederim.”
“Yardıma
ihtiyacın olursa seslenmen yeter. Buradan seni duyabilirim.”
Hande,
yumruklarını sıktı ve bir an sonra gevşetti. Hedefine ulaşmadan önce güç
gösterisine gerek yoktu. Minik dolandırıcıyı ürkütmek istemiyordu. Hızlıca arka
tarafa geçti. Sırt çantasını lavabonun üzerine koydu ve ufak bir paket jöle
çıkardı. Saçlarının öne düşen kısmını havaya kaldırıp tepesini biraz dağıttı.
Aynada kendini kontrol etti ve siyah göz kalemi ile son dokunuşunu yaptı. Dar
ve pis tuvaletin kapısını açmadan hemen önce ceketini çıkardı ve göbeğini
açıkta bırakan kolsuz bluzunun göğüs kısmını düzeltti. Ardından çantasını
alarak dışarı çıktı.
Barın
içinde yürürken masalara hızlıca göz atıyordu. Cam kenarında oturan bir çift ve
tek başına oturan bir adam… Gözlerini asma kata çevirdi, bir grup genç
gürültülü şekilde sohbet ediyordu. Kendisine OvDoz diyen hırsız da onlardan
biri olmalıydı. Ağır ağır merdivenleri tırmandı.
Kendilerine
yaklaşan genç kızı gören grubun sesi kesilmişti. İçlerinden biri ıslık çaldı.
Başka bir tanesi de arkası dönük arkadaşını dürtüyordu. Genç adam kafasını
Hande’nin geldiği yöne çevirdi. Gözleri aniden fal taşı gibi açılmıştı. Kendini
toparladı ve ayağa kalktı.
“Sen
Ivy olmalısın,” dedi.
“Ve sen
de…”
“OvDoz,
yani şey Serkan.”
“Memnun
oldum.”
“Gerçek
ismin?”
“Ivy,
demen yeterli.”
“Peki,
sen bilirsin. Arkadaşlar,bu Ivy. X-Life’da tanıştık. Kendisi 15. Seviye.”
“Güzel
olduğu kadar başarılıymış da,” dedi gençlerden biri.
“Lütfen,
arkadaşlarımın kusuruna bakmayın.” Sandalyesini Hande’nin oturması için kenara
çekti, OvDoz. “Ne içersiniz?”
“Cin
tonik, lütfen.”
Gençlerden
bir tanesi aşağıdaki barmene bağırdı ve siparişi hızlıca iletti. Hande,
çantasından çıkardığı bir parça kağıt ve tütünü masaya koydu. Yanına oturan
Serkan’ın gözlerinin içine baktı. Sigarasını sarmaya başladı.
“Ivy,
benim 10. Seviye olmama yardım etti,” dedi arkadaşlarına OvDoz. “Ona bir
teşekkür borçluydum ve bunu bu akşam burada gerçekleştirmek istedim.”
Masanın
etrafından alkış ve ıslık sesleri yükseldi.
“Avatarından
daha güzelsin,” diye fısıldadı Hande’nin kulağına. Genç kız, tütün kağıdını
yalarken Serkan’ı izliyordu. Uzun boyluydu ama yapılı biri değildi. Rahatça
başedebileceğini düşündü ama önce şu arkadaşlarından kurtulmalıydı.
Hande,
elini masaya uzattı ve çakmağını aldı. Parmaklarının arasında dolaştırdı.
Etrafındakilerden birkaç tanesi sigarasını yakmak için hamle yaptılar ama hiç
biri başarılı olamadı. Kağıdın dışına taşan tütünleri kendisi tutuşturdu,derin
bir nefes çekti ve grubun ortasına doğru üfledi.
Bir
süre etrafındaki insanları dinledi. Korsan olmaya özenen bir çocuk grubundan
farkları yoktu. Basit dolandırıcılıklarını anlatıyor, kazandıkları milyonda bir
oranında kripto paralar ile gurur duyuyorlardı. Hande, sessizce oturuyor
konuşulanları dinliyordu. Serkan, birkaç defa kıza dokunmak için teşebbüste
bulunmuştu ancak vazgeçmişti. Bir sonraki denemesinde elini kızın dizinin
üstüne koydu. Hande, bacağındaki eli yakaladı ve bulunduğu yerden biraz yukarı
doğru sürükledi. Genç adam şaşırmıştı. Ona seslenen bir arkadaşını duymadı.
“Dostum,
sana söylüyorum. Artık X-Life’da kendine daha büyük hedefler koymalısın. Hem
böyle bir fıstığın desteğini de almışsın.”
Kahkahalar
yükseldi. Serkan, konuşamıyordu.
“E-e-evet.
Ben başarılı bir korsanım.”
Bir
yudum cin tonik, ardından OvDoz’un suratına üflenen sigara dumanı. Hande,
sıkıntıdan patlamak üzereydi ve yeterince oyalanmıştı. Serkan’ın kulağına yaklaştı.
“Gidebileceğimiz
daha iyi bir yer yok mu?” diye fısıldadı.
“Na-nasıl
bir yer?”
“Bilmem.
Daha sessiz, sakin. Başbaşa kalabileceğimiz…”
“Benim
kübiğe gidebiliriz istersen,” diye geveledi genç adam. Hande, bu serserinin bir
kübik sahibi olmasına şaşırmıştı. Ucuz bir otel odasından daha iyiydi. İşini
rahatlıkla yapabileceği bir mekan.
“Tamam
öyleyse, gidelim,” dedi ve Serkan’ın elini vücudundan çekti.
“Arkadaşlar
benim biraz dinlenmem gerekiyor. Siz eğlenceye devam edin,” dedi Serkan ve
masayı sarsarak ayağa kalktı. Neredeyse tüm bardakları devirecekti.
“Yapma
ama daha yeni başlamıştık. Hem kutlama için bizi sen davet ettin,” dedi
masadakilerden bir tanesi.
“Bensiz
de içebilirsiniz herhalde.”
Hande,
yavaşça ayağa kalktı. Büyük bir “ooo” sesi yükseldi. Arkasından gelen uğultu,
ikilinin ayrılmasını fazla da dert etmeden muhabbete devam ettiklerini
göstermişti. Birlikte alt kata indiler. Genç adam iyi niyet göstergesi olarak
hesabın tamamını ödedi. Ne de olsa bir gün önce birkaç enayi tokatlamıştı.
Makine
Kulübü’nün dışına çıktıklarında hiç değişmeyen kurşuni İstanbul gökyüzü karşıladı
onları. Yağmur ince ince yağmaya devam ediyor, rüzgâr, damlaları dümdüz aşağı
düşmekten alıkoyuyor ve yönlerini suratlarına çeviriyordu. Şehirde yaşayan
herkes, haftanın yedi, yılın üç yüz altmış beş günü yağan yağmura alışmıştı.
Hande,
sırt çantasından bir avuç boyutunda katlanmış yağmurluğunu çıkardı ve hızlıca
üstüne geçirdi.
“Haydi
gidelim artık.”
“AG
gözlüklerini takmıyor musun?” diye sordu Serkan.
“Hayır.”
AG
gözlüklerini takmadıklarında şehir grinin tonlarından oluşurdu. Tek renk
binalar ve dükkanlar… Üzerilerine çizilmiş barkodlar dışında hiçbir şey
olmazdı. Ama gözlükler takıldığında ve kodlar gözlük tarafından tarandığında
tüm dükkanların sanal vitrinleri ortaya çıkar, bir renk cümbüşü gerçekliğin
yerini alırdı. Neon ışıklarının arasında son moda ürünlerin tanıtımları,
yiyecek içecek reklamları baş döndürücü bir hızla değişir dururdu.
“Ben
takıyorum. Yolda ilerlerken bir içki dükkanından sipariş verebilirim. Biz
kübiğe ulaşana kadar bir uçargöz teslimatı yapar.”
“Gerek
yok,” dedi Hande.
“Hemen
olaya girmek istiyorsun demek,” diye karşılık verdi genç adam pis pis
sırıtarak. Genç kadın o sırada pantalonun sağ bacağının üst tarafındaki gizli
bölümü kontrol ediyordu.
Yağmur
altında bir süre yürüdüler. Sokaklar günün her saatinde olduğu gibi
kalabalıktı. Neredeyse her milletten insan yığılmıştı. Amerika – Rusya siber
savaşı sırasında StanX’in yatırımları İstanbul’a kaymış ve şehir önemli bir
sanal merkez haline gelmişti. Berlin – Tokyo optik hattının tam ortasında yer
alıyordu. Yasal veya yasa dışı her türlü yazılım, sanal sistem, eğlence
birimleri, eski ve yeni donanım parçaları şehirde rahatlıkla bulunuyordu. Sanal
ortamın cazibe merkezi…
“İşte
geldik.”
OvDoz,
bir çokları gibi 2. Sektör’de yapılan yirmi katlı toplu konutlarda yaşıyordu. Şirket
şehre gelmeden önce parasız kalan belediyenin inşa ettiği, sadece asansör ve
merdiven sisteminden oluşan betonarme yapılar. Sistemin geri kalanı tamamen
modülerdi. Eğer bir kübiğiniz var ise boş bir kuleye ekleme yaptırmanız
yeterliydi.
“Kaçıncı
kattasın?” diye sordu Hande.
“Beş
ama yakında iki kat yukarı çıkacağım. Yeterince kripto para kazandım.”
“Öyle
mi?”
Serkan,
pis pis sırıttı. “Seninle birlikte daha yükseklere bile çıkabilirim.” Hızlıca
parmak izini demir kapıya okuttu ve içeri geçtiler. Eski asansör, gürültü bir
şekilde titreyerek katları çıktı. Altıgen kuleye yerleştirilmiş altı kübik. Her
kapının kendisine özel bir işareti vardı. İngilizce işaretlenmiş bir tanesi ve
altında bir kare kod, diğerinde kanji ile yazılmış “kadın” kelimesi ve başka
bir kare kod. OvDoz’un girişi kişiliği kadar abartıydı. Rakamlar, kare kod,
mavi neon ile parlayan ve OvDoz olduğunu belirten bir avatar resim bile vardı.
“İşte
benim fakirhane.”
Hande,
kapıyı yavaşça kapattı. Yağmurluğunu üstünden çıkarıp yere bıraktı.
“Makineni
görmek istiyorum,” dedi karşısında şapşal şapşal bakan genç adama.
“He-he
hemen mi?”
“Bana
şu korsancılık oynadığın bilgisayarı ve cihazları göstersene.” Vücudunu
Serkan’ınkine yapıştırdı ve deri ceketinin fermuarını açtı. Ardında bir eliyle
adamı ittirip uzaklaştırdı.
“İşte
burada.”
Basit
bir bilgisayar, Doğubank’tan ucuza alınmış birkaç alet, onlardan çok daha ucuza
mal edilmiş bir SG gözlüğü. Bunlarla kendini bir şey sanması tam bir aptal
olduğunu gösteriyordu.
Hande,
minik hırsızının bilgisayar karşısındaki sandalyeye oturmasını sağladı. Kendi
elleriyle SG gözlüklerini taktı.
“Hadi
bana marifetlerini göster.”
“Şimdi
mi? Ama ben şey sanıyordum.”
“Herşeyin
bir sırası var,” diye karşılık verdi Hande ve elini omzundan çekip vücudunun
alt taraflarına dolaştırdı.
“Giriş
yapıyorum.” Birkaç saniye sessizlik, ardından ucuz klavyeden gelen tuş sesleri…
“OvDoz içerde.”
Elini
adamın vücudundan çekti ve bacağında bulunan gizli bölümü açtı. Kendi tasarımı
olan minik bıçağı çıkardı ve sivri ucunu Serkan’ın boynuna dayadı.
“Şimdi
beni iyi dinle kendini bir halt sanan küçük serseri. Küçük oyunlarınla
çarptığın bir müşterim var ve parasını geri istiyor. Bana hiç itiraz etmeden
işlemlere başlayacak mısın yoksa seni biraz hırpalamam mı gerekecek?”
Yaklaşık
bir saat önce arkadaşlarına hava atan genç gitmiş yerine korkudan tir tir
titreyen bir böcek gelmişti.
“Kimden
bahsettiğini bilmiyorum,” dedi korku içinde. “Be-ben kimseden bir şey çal…”
Cümlesini
bitiremeden Hande, koltuğu kendine doğru çevirdi ve adamın suratına bir tokat
patlattı.
“Belki
bu hatırlamana yardımcı olmuştur.”
“Tamam,
tamam. Hatırladım. Geçen hafta büyük miktarda çarptığım şu adamı diyorsun
herhalde.” Sözünü bitirir bitirmez Hande’nin üzerine atladı. Birlikte yere
yuvarlandılar. Hande, dudağını sert bir yere çarptı. OvDoz kaçmak için kapıya
yöneldi. Genç kadın hızla elindeki bıçağı fırlattı ve hedefini baldırından
vurdu.
“Sakın
kıpırdama küçük serseri. Peşini bırakmayacağımın farkındasındır sanırım.”
Adam
kapının dibinde inledi.
“Bu
biraz acıtacak,” dedi Hande ve bıçağını tüm gücüyle çekti. Adamın çığlığı
kübikte yankılandı. “Burayı ses geçirmez yaptırmışsındır diye düşünüyorum. Öyle
değilse bile eminim kimsenin umrunda değilsindir.”
Yakasından
sürüklediği OvDoz’u tekrar koltuğuna oturttu. Sırt çantasından çıkardığı
tableti de uzattı. “Şimdi şunu bağla ve işlemlere başla. Kripto para
transferlerini yapacağın hesaplar burada. Önce müşterimden aldıklarını geri
vereceksin. Sonra da diğer hesaba elinde kalanların hepsini.”
“Hepsini
mi?” diye inledi Serkan.
“Evet
hepsini. Çalarken hepsini çekmeyi biliyorsun.”
“Lütfen,”
dedi ve ağlamaya başladı. “Bunları elde etmek için çok çalıştım.”
“Zırlamayı
kesecek misin? Yoksa seni susturmam mı gerekecek?”
İstemeyerek
de olsa tableti aldı ve bilgisayarına bağladı. Birkaç şifre işleminden sonra
para transferlerini yapmaya başladı.
“Küçük
korsan özentisi seni. Satın aldığın çakma programlarla izini
kaybettirebileceğini mi sandın?”
Tabletin
ekranında bulunan kutucuklar kırmızıdan yeşile döndüğünde Hande’nin de işi
bitmişti.
“Bir
daha seni böyle işler yaparken görmeyeyim, affetmem ona göre.” Kanlı bıçağını
adamın üzerinde temizledi ve eski yerine yerleştirdi. Eşyalarını çantasına
koydu, yağmurluğunu giydi ve dışarı çıktı. Müşterisine hızlıca bir mesaj
gönderdi. Tüm bu hareket ve adrenalin karnını acıktırmıştı. Her zamanki gibi
köfte ekmek yemek için Beyoğlu’nun arka sokaklarındaki “Kaptan’ın Yeri”’ne
doğru yürümeye başladı.
Kaptan’ın
bulunduğu sokağa girerken birkaç gencin koşarak geçtiklerini gördü. Biraz
ilerideki duvarda kırmızı boya ile çizmeye çalıştıkları yay şekli parlıyordu. Köfte
tezgâhının başında Kaptan elindeki sopasıyla etrafa bakınıyordu. Hande’yi
görünce gülümsedi.
“Hoş
geldin, kızım,” dedi.
“Hoş
bulduk. Çok açım. Her zaman olduğu gibi Kam’ın küçük serserilerini
kovalamışsın.”
“Bir
rahat bırakmıyorlar. Pirinç ekmeği arasına proküp, ne aroması istersin?”
“Köfte
var mı?”
“Olmaz
olur mu? Keşke sana buğday ekmeği ve gerçek etten bir şeyler yapabilseydim.
Gerçek proteine ihtiyacın var gibi gözüküyor.”
“Hiç
buğdaydan yapılmış ekmek yemedim ama bir keresinde gerçek etin tadına
bakmıştım. Aromalara hiç benzemiyordu.”
“Siz
çok alıştınız bu sahte şeylere. Hiç durmayan bu yağmurda artık buğday yetişmez.
Zaten yetiştirmek isteyeni de bulamazsın. ”
Hande,
kırmızı ışıkla aydınlatılmış tezgaha yaklaştı. Kaptan gözlerini kısarak
suratına baktı.
“Dudağına
ne oldu senin?”
“Ufak
bir iş kazası.”
“Yine
mi? Senin sanal dünyadan dışarı çıkmaman lazım evlat.”
“Ben o
kadar iyi bir korsan değilim.”
“Yine aynı
kişiden bahsedeceksin değil mi?”
“Evet
Kaptan, Hayd öyleydi,” dedi Hande, gözlerini Kaptan’dan kaçırarak.
“Hiç karşılaşmadığın,
sanal dünya dışında hiç bilmediğin biri ve yanlış hatırlamıyorsam en son bir sene
önce büyük saldırı sırasında görüştünüz. Sonra…”
“Sonrası
yok. Bir daha hiç haber almadım.”
“Öyle birinin
hiç var olmadığını düşünmeye başlamıştım.”
Yaşlı adam
sanki söyleyecek başka bir şeyi varmış gibi cümlesini yarıda kesti. Hande şaşırdı.
“Ama…”
“Ama artık
öyle biri olduğunu düşünüyorum. X-Life’ta Kam’ın adamları onu soruşturuyor. Ayrıca
bugün iki polisi Hayd hakkında konuşurken duydum.”
Hande’nin
şaşkınlığı bir kat daha artmıştı. Hayd tekrardan ortaya mı çıkmıştı? Yoksa eski
dosyaları tozlu raflardan çıkaracak bir şeyler mi oluyordu? Deri ceketinde duran
AG gözlükleri titreşti.
“Bir saniye
Kaptan.”
Gözlükleri
gözüne yerleştirdi ve açtı. Neredeyse bir yıldır hiç kullanmadığı bir adrese mesaj
gelmişti. Küçük resmi parmağı ile işaretledi. Ardından Gelen Kutusu açıldı.
R@y: 1 Okunmamış Mesaj