Hesaplamalarımı tekrar kontrol ettim. Bu sorunun da
üstesinden geleceğime eminim. Çaresizce oturup beklemeyeceğim.
“Ne duruyorsun?”
“Hesaplama yapıyorum işte.”
“Hiçbir bok yapamazsın.”
“Sen ne anlarsın ki? Yeterli yiyeceğim ve bol bol vaktim
var. Sadece biraz sessizlik istiyorum.”
“İşte buna gülerim. Önünde çok uzun sürecek bir sessizlik
var ve hatta tam bir sene sonra senin de sesin çıkmayacak.”
“O zamana kadar rahat olursam fazlası da olabilir.”
“Bu durumda kendini nasıl işe verebiliyorsun şaşıyorum.”
Biraz uyumam gerekiyor. Kesinlikle iyi gelecektir. Diğer
şeylerle sağlam kafayla ilgilenebilirim. Kendimi bağladığım kemeri çözdüm ve
havada süzülmeye başladım. Kontrol panellerine dikkat ederek ayaklarımı ön
tarafa yaslayıp ittim. Önümdeki dar silindire doğru ivmelendim ve hiçbir yere
dokunmadan içinden geçtim. Duvarın içine yerleştirilmiş yatağımı neredeyse hiç
güç kullanmadan açtım.
Boşluk hissini seviyorum. Buraya gelmeden önce hep hayalini
kurduğum bir şeydi. Çok az enerji harcayarak bir yerden bir yere gitmek, tek
elle ağırlıkları kaldırabilmek… Hayatım boyunca fiziksel güç isteyen şeylerde
başarılı değildim. Kafamı kullanarak dünyayı yerinden oynatabileceğimin
farkındaydım. Şimdi o güce sahibim.
“Hala düzgün düşünemiyorsun.”
“Yatağıma uzandım ve biraz uyuyacağım. Kesinlikle iyi
gelecektir.”
Aniden yattığım yerden havalandığımı fark ettim. Uyku
tulumumu yatağa bağlayan kemerleri bağlamayı unutmuştum. Kimse uyurken boşlukta
süzülmek istemez. Hem rahatsız, hem de tehlikeli.
Bir süre dinlendikten sonra uyandım. Burada sabah ve akşam
kavramı olmadığı için kendi düzenimi kurmak zorundaydım. İlk geldiğimde en
zorlandığım şeylerden birisiydi ama artık alıştım. Işıkların 12 saatlik döngüsü
de çok faydalı oldu.
“Portakal suyu?”
Sanki sabah kahvaltısında içebileceğim başka bir şey varmış
gibi.
“Evet, portakal suyu içeceğim.”
Burası en başından beri o kadar düzenli ki, insanın uyum
sağlamaması imkansız. Sabah, öğle, akşam içecekler belli, yiyecekler belli.
Kalori oranları belirlenmiş. Proteinler ve karbonhidratlar ihtiyaca göre
ayarlanmış durumda. Çalışma saati, spor saati, dinlenme saati. Tüm program
düzgün bir yaşam için tasarlanmış.
“Sıvı baloncuklarıyla oynamaktan hiç vazgeçmeyeceksin, değil
mi?”
“Evet vazgeçmeyeceğim. Sanki başka bir eğlencemiz varmış
gibi!”
Çocukluğumda yaptığım deterjanlı su karışımından
baloncukları hatırlatıyor bana. Onlar hemen patlardı ama bu öyle değil.
İstediğim kadar dokunup oynayabiliyorum ve son olarak ağzıma girmesine izin
veriyorum. Portakalın tadı damağımda bir güzel dağılıp sonra boğazımdan iniyor.
Kahvaltı masasından kalkıp dar silindirden geçtim ve tekrar
ana kumanda merkezine döndüm. Tekrar ve tekrar aynı sinyalleri gönderdim. Cevap
gelmesi için yine dakikalarca bekledim. Üzerinden geçtiğim her enlem ve
boylamda ümitlendim.
“Boşuna bekliyorsun.”
“Nereden biliyorsun?”
“Olanları gördün. Zeki olmakla övünürsün bir de. Sence
şansın var mı?”
“Bence var. Bak hala yaşıyorum. Öyleyse hala şansım var.”
“Giderek daha komik ve daha beyinsiz olmaya başladığının
farkındasın değil mi?”
“Hayır değilim. Beni biraz rahat bırakır mısın?”
“Yine garip hesaplar mı yapacaksın?”
“Evet.”
“Hiçbir işe yaramayacak.”
“Nereden biliyorsun ki?”
“Hala aşağıda yaşananlara inanmıyorsun değil mi? Kendi
gözlerinle gördün.”
“Bana cevap verecek birilerinin olma ihtimali…”
Bir şeyler hesaplamaya çalıştım ama başarılı olamadım. Böyle
bir durumda olasılık hesabı ne işe yarayacaktı ki? Milyarda bir, on milyarda
bir. Küçük olasılıklar gerçekleşebilir. Bir seferinde babama lotodan ikramiye
isabet etmişti. Ona çıkma şansı da oldukça düşüktü ama kazanmıştı işte. Bir
kere de olsa yaşanmıştı. Önümdeki süreye bakarsak ben de başarabilirdim.
Her yirmi dört saatte bir ateşleyicileri saniyenin onda biri
bir süreyle ateşleyip açımı bir derece değiştirebilirim. Böylece önümüzdeki bir
ay boyunca her yere ulaşmış olurum. Bunun dışında rotamı tamamen değiştirmek
için de yeterince yakıtım kalır. Tabii kalan yörüngeden çıkmak için yetse bile
tek seferlik bir atış olabilir. Hangi açıda, ne zaman, nereye doğru yapmalıyım?
“Düşünmeyi bırakıp rahatlamalısın.”
“Ben rahatım. Sadece doğru olanı yapmaya çalışıyorum.”
“Yine gerildin.”
“Evet.”
“Gerildiğin zaman ne olduğunu hatırlıyor musun?”
“Ahh.”
“İşte başlıyor.”
Kontrol panelinin önünden süzülüp yaşam alanına geri döndüm.
Eksenleri ayarlayıp yatağın yatay kalmasını sağladıktan sonra kendimi tam
karşımda duran bölüme fırlattım.
Burada yaşamın en zorlu kısımlarından biri tuvalet yapmak.
Önce hortumu düzgün bir şekilde kullanmayı öğrenmek gerekiyor. Ardından da
büyük deliğe oturmayı öğrenmek. İşin en önemli kısmı hedefi tutturmak. Gerisini
gürültülü çalışan vakumlar hallediyor zaten.
Evde olsam tuvalette oturmak kafamın daha iyi çalışmasını
sağlardı ama bu gürültüde düşünmek hiç kolay olmuyor. Zaten içinde bulunduğum
durum da altımdaki çukurdan farksız.
Vakumların gürültüsünden kurtulduktan sonra hızla asıl işime
geri döndüm.
“Bir sinyal sesi mi duydum ben?”
“Kesinlikle hayır. Tüm yaşananlardan sonra hala umudun
olmasına şaşırıyorum.”
“Mutlaka birileri kalmıştır. Denemeden vazgeçmeyeceğim.”
“Bence kendine bir yöntem belirlemelisin.”
“Bir planım var.”
“Yine komiksin. Ben kurtulma planından bahsetmiyordum.
Kendine bir ölüm yöntemi bulmalısın. Ben olsam neyi tercih ederdim? Havasızlıktan
boğulmak, bilmediğim ilaçlarla doldurulmuş bir iğne… En zevklisi sonsuz
boşlukta süzülmek olurdu. Basınç farkı, radyasyon yanığı, biraz kan.”
“Hiç birini beğenmedim.”
“Eh birini seçmek zorunda kalacaksın.”
“Nereden biliyorsun?”
“Giderek daha da saçmalamaya başladın da ondan. Hem zaten
tüm o yaşananları gördükten sonra…”
Kendimi tekrar ana kumanda koltuğuna bağladım ve sessizliğin
içinde düşüncelere daldım. Gördüklerimin bir kabus olmasını istedim. Mümkün
olduğunca çabuk kurtulmak, uyanmak istedim ama olmadı.
Hayalimdeki görev bu değildi. Güneşin dünyanın üzerine
yansımasını görmek istiyordum. Işıklar Atlantik Okyanusunda dalga dalga
parlarken kıta Avrupa'sının karanlığa gömülmesi ve dakikalar sonra Amerika’nın
gündüz ışıkları ile aydınlanması. Dünya’ya bakmadığım zamanlarda sonsuz
karanlığın içinde çıplak gözle seçilebilecek kadar parlak yıldızların varlığı.
Sadece bunlar için bile kabul edilebilecek bir görevdi.
Şimdi ise aşağı baktığımda gece ışıldayan şehirleri
göremiyorum. Gündüz olduğunda beliren insan yapımı güzellikleri göremiyorum.
Sadece toz ve gaz bulutları.
“Bence iyi bile dayandın.”
“Ne demek şimdi bu?”
“İlk gördüklerinden sonra çoktan vazgeçmeliydin.”
İlk gördüklerim… Önce tek bir mantar bulutunun yerden
yükseldiğini gördüm. Sonra yer kontrol ile bağlantıya geçtim. Bilgi
vereceklerini, endişe etmeme gerek olmadığını söylediler. Saatler sonra bir
diğer mantar bulutu. Ardından görebildiğim
her açıdan onlarca, belki yüzlerce mantar bulutu yükseldi yerden göğe
doğru.
Yer kontrol sessizliğe gömüldü. Kimse sinyallerime,
mesajlarıma cevap vermedi. Haftalardır deniyorum. Uzay istasyonunun yörüngesini milim milim
değiştirip tüm dünyaya ulaşmaya çalışıyorum.
Tek başıma burada kaldım. Tüm evrende insan
türünün yaşayan tek örneğiyim. Artık buna dayanamıyorum. Kafamdaki ses
susmuyor. Ben sonu gördüm.