Yılmaz, sessizce masanın çevresinde dolaştı.  Aynalı duvarın hemen önünde duran sandalyeye oturdu. Geniş yüzü loş ışıkta parlıyordu. Dirseklerini masaya koydu ve kafasını ellerinin içine aldı. Karamsarlık içinde düşünüyordu.

Odanın kapısı aniden açıldı. Henüz yirmili yaşları bitirmemiş olduğu yüzünden rahatlıkla anlaşılan bir adam girdi. Beyaz gömleğindeki kat izleri, beceriksizce bir ütüleme girişimini ele veriyordu.

“İyi günler, Yılmaz Bey.”

Karşılık sadece bir kafa hareketi oldu.

“Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?”

“Kötü.”

“Bu çok normal. Sizin durumunuzda olanlar iyi hissederse tuhaf olurdu.”

Genç adamın ifadesi ciddiydi. Yavaşça Yılmaz Bey’in karşısına oturdu.Yanında getirdiği kağıtları masaya koydu ve karıştırmaya başladı. Sonunda hangisinden başlayacağını buldu.

“Bana dün gece neler olduğunu anlatabilir misiniz?”

“Şey,” dedi hafif kilolu adam. Terlemeye başlamıştı. Doğru kelimeyi bulamıyordu. Boş gözlerle masaya baktı.

“İsterseniz bir bardak su alabilirsiniz.”

“Hayır,” diye karşılık verdi ve bir an sonra sesinin ne kadar çok yükseldiğini fark etti.

“Özür dilerim. Normalde böyle biri değilimdir.”

“Biliyorum Yılmaz Bey. Dosyanız bana ulaştı. Başarılı bir bilim insanısınız. Çevrenizde sakin ve biraz da içine kapanık olarak tanınırsınız.”

Genç adam elindeki dosyaları tekrar karıştırmaya başladı.

“Görüştüğümüz kişilerden aldığımız bilgiler doğrultusunda…” diye devam edecekken lafı yarım kaldı.

“Kişiler, kişiler. Görüştüğünüz kişiler, tanıklar, iş arkadaşları falan filan.”

“Sinirlenmenize gerek yok. Olanları sadece bir de sizden dinlemek istiyoruz.”

“Bence siz kararınızı verdiniz bile. Her şeye burnunu sokan karşı komşumuz Ayfer Hanım'ın söyledikleri yetmedi mi?”

“Pardon anlayamadım. Kimin söyledikleri?”

“Bir numaralı ispiyoncu, Ayfer Hanım.”

Genç adamın gözleri bir şey hatırladığını belli edercesine parladı.

“Tamam, tamam. Karşı komşunuz. Onun söylediklerinin önemi yok. Biz sizi dinlemek istiyoruz.”

“Şey ben…”

Odanın loş ışığı bir an göz kırptı. Adamların nefes sesi bir fırtınayı andırıyordu. Düzensiz, rastgele esen rüzgarlar.

“Ben öldürdüm,” diyebildi sonunda. Söylediğinde bir rahatlama hissedeceğini düşünüyordu ama olmadı. Gerçek böyle değildi. Karşısında oturan adamın da bunu bildiğini düşünüyordu. Şimdiye kadar çoktan evi incelemiş olmalıydılar. Kanıtlar, karısından kalanlar onu kurtaracaktı.

“Aslında öldürmedim.” Geniş yüzlü adam biraz rahatlamışa benziyordu. Elinin tersi ile alnındaki terleri sildi.

“Peki ne yaptınız Yılmaz Bey? Dün gece ne oldu?”

“Sinirlenmiştim. Hem de çok.”

“Eşinize mi?”

“Evet. Daha fazla dışarı çıkmak istiyordu. Dünyayı gezmek, görmek, öğrenmek istiyordu.”

“Ama siz istemiyordunuz.”

“Bir işim var. Öyle her kafama estiğinde bırakamam. Ayrıca bir itibarım var. Dışarı çıktığımızda o nasıl davranacağını bilemez. Beni zor durumda bırakabilir.” Duraksadı. “Veya bırakabilirdi.”

“Eğer siz onu…”

“Öldürmedim. Sadece bozdum, kırdım, kapattım.”

“Biraz daha açar mısınız, Yılmaz Bey?”

Kilolu adam sinirlenmeye başlamıştı.

“Onu ben yaptım. Ben icat ettim. Çevrenizde gördüğünüz her robottan, her yapay zekadan daha iyi yaptım. Tıpkı bir insan gibi…”

İlk defa gencin gözlerinin içine baktı. Güleceğini düşünmüştü ancak o ciddiyetinden hiç taviz vermedi.

“Demek siz yaptınız.” Elindeki dosyaları karıştırdı. Bir tanesini adamın önüne uzattı. “Bu eşinizin doğum belgesi.”

Yılmaz Bey, kağıdı eliyle ittirdi. “Biliyorum, her harfini biliyorum. Onu da ben yaptım. Sahte.”

“Peki bu?”

Başka bir tanesi daha önüne geldi. Adam göz ucuyla baktı.

“Okul bilgileri, evlilik cüzdanı. İstediğiniz evrağı önüme atabilirsiniz. Hepsi sahte.”

“Tamamını siz yaptınız yani. Sadece robotik biliminde değil evrak işlerinde de iyiymişsiniz o zaman. Bugüne kadar sahte olduklarına dair bir durum yaşanmamış.”

“Bak beni iyi dinle evlat. Hayatımın projesiydi. Beni yalnızlıktan kurtaracaktı. Bir eşim olacaktı ayrıca işimde de çığır açacak bir buluştu. Dün gece ne olduğunu mu öğrenmek istiyorsun. O zaman iyi dinle. Benim yarattığım makine bana karşı geldi. Evden ve benden ayrılmak istediğini söyledi. Öğrenecek çok şeyi varmış. Her şeyi deneyimlemek istiyormuş.” Duraksadı. Kısa bir süreliğine gülümsedi. “ Sanki gerçekten isteyebilirmiş gibi.”

“Neden isteyemesin?”

“Hala o küçük kafan almadı değil mi? O insan benzeri bir robot. Bir şey isteyemez, bir şey hissedemez, bir şey deneyimleyemez. Sadece öğrenir ve uygular. Hafızasına atar. Öğrendiği her şey mikro işlemcisinde işlenir ve uygun bir yerde, bir diskte depolanır. Daha sonra ihtiyacı olduğunda o bilgiyi oradan o kadar hızlı çıkarır ki, sen de, ben de hatta kendisi de o şey istiyormuş zannederiz. Aslında sadece verileri yorumlar. Çıkarımlar yapar.”

“Anlıyorum. Peki, sonra ne oldu? Yani size ayrılmak istediğini söyledikten sonra.”

“Onu kapatmak istedim.”

“Yani öldürmek.”

“Hayır. Kapatmak. Cansız bir şeyi öldüremezsin. Bozarsın, kırarsın, kapatırsın ama öldüremezsin.”

“Eşinize karşı bu tarz düşüncelere ne zamandır sahipsiniz?”

“Başından beri biliyordum. Bir gün kapatmam gerekebileceğini biliyordum.”

“Evlendiğinizden beri böyle fikirleriniz vardı demek.”

“Evlilik falan olmadı. Bundan beş sene önce ortaya çıkardım. Şimdiki haline hiç benzemiyordu ama yine de işe yarıyordu. Yavaş yavaş geliştirdim. Ardından belgelere ihtiyacı olduğunu düşündüm ve onları hazırladım. Nüfus sistemine girdim, eğitim bakanlığının sistemine girdim. Tüm belgeler sistemden.”

Genç adam, dosyaların içinden bir fotoğraf çıkarıp masaya koydu. “Düğün günü çekilmiş.”

“Sahte. Ben hazırladım.”

“Peki, siz eşinizi öldürmek… Pardon, kapatmak istedikten sonra ne oldu?”

“Bana itiraz etti. Kapatılmak istemediğini ve gideceğini söyledi. Ona karışamazmışım. Onun sahibi değilmişim.”

“Sonra arkasını dönüp çekip gidecekken, siz de ona sert bir cisimle vurdunuz.”

“Evet vurdum. Sonra etrafıma bakındım ve pencereden o cadı kadını gördüm.”

“Hangi kadını?”

“Kim olacak, bir numaralı şahidiniz Ayfer Hanımı. Sonra o da sizi aradı ve beni ispiyonladı değil mi?”

“Bütün kadınları, canavar, robot, cadı gibi mi görürsünüz?”

“Bütün bunlardan çıkarımın bu mu genç adam? Sinirlerine hakim olamayan bir kadın düşmanı mı görüyorsun karşında?”

“Hayır. Ben sadece…”

“Sadece bir katil görüyorsun.” Derin bir nefes aldı. “Tamam. İtiraf ettim işte. Karımı öldürdüm. Tutuklayın artık beni. Bir deliğe atın. Atın da çürüyerek geçireyim geri kalan ömrümü. Artık ne itibar kaldı, ne iş.”

“Yılmaz Bey, özür dileyerek sözünüzü kesmek zorundayım. Acaba nerede olduğunuzu sanıyorsunuz? Benim kim olduğumu düşünüyorsunuz?”

“Sorgu odasındayım işte. Sen de polissin ve biraz sonra beni tutuklayacaksın.”

Genç adam, masanın üstündeki kağıtları topladı ve dosyasına yerleştirdi.

“Bir dakika müsaadenizi isteyeceğim.”

“Tabii. Git kelepçeleri getir. Hazır itirafımı da aldın işte.”

“Hemen döneceğim.”

Beyaz gömlekli adam oturduğu yerden kalktı ve odanın tek çıkışına yöneldi. Kapının hemen önünde durdu ve karşısındakine bir şeyler söylemeye başladı. Ter içinde kalmış olan şişman adam kapıya bakıyordu. Ve onu gördü. Kapatamamıştı, başaramamıştı. Yapay göğüslerini öne çıkartan bir bluz ve mini eteği ile orada dikiliyordu.

Bir süre sonra içeri girdi. Yılmaz’ın yanına geldi ve kulağına doğru eğildi.

“Beni kapatamayacağını söylemiştim. Beni durduramayacağını söylemiştim. Ama ben seni durdurabilirim. Seni bir akıl hastanesine kapatıyorum ve bir daha dışarı çıkamayacağını sağlayacağımdan emin olabilirsin.”

Genç kadın, şişman adamın terli yanağına bir öpücük kondurdu ve arkasına bakmadan çıkışa doğru yürümeye başladı.

“Seni rezil, iğrenç yaratık. Sana gününü göstereceğim,” diye bağırdı Yılmaz. Ayağa kalktı ve genç kadına doğru bir hamle yaptı. O sırada kapının önünde duran beyaz gömlekli adam hızlıca içeri girdi.

“Kime bağırıyordunuz Yılmaz Bey?”