Çocuk ve Ağaç

Eskimiş telefonlar, televizyonlar ve bir sürü elektronik parçadan oluşan tepenin üzerinde yeşermeyi başarmış bir ağacın tam altında duruyordu. Eski bir karton kutudan kopardığı parçaya bir daha baktı. Şapkayı andıran motosiklet kaskını çıkardı ve eskiden suyun içinde işe yarayan siyah yüzücü gözlüğünü kafasının üstünde duracak şekilde yukarı kaldırdı. Kaskının kenarına bantladığı kalemi aldı ve bulunduğu yeri işaretledi. Artık eskisi kadar parlamayan güneşin zayıf ışınları yerdeki metal ve plastik yığınından yansıyarak göz alıcı bir hal alıyordu. Zaman kaybetmeden yüzücü gözlüğünü tekrar gözlerine yerleştirdi.


Hafif esen rüzgar ile birlikte ağacın dallarının ve yapraklarının dans eden gölgelerine baktı. Boynundaki şal gölgelerin arasında yapraklara dokunmak istercesine dalgalanıyordu. Zaman zaman oluşan elektronik fırtınalarından korunabilmek için neredeyse vücudunda hiç boşluk kalmayacak şekilde giyinmek zorundaydı. Kargo pantolonun paçaları botlarının içinde ve botlarının bağcıkları sıkı sıkıya bağlıydı. Kendisine neredeyse iki beden büyük olan deri ceketi ağabeyinden ona kalmıştı ve oluşan yeni hava koşullarında çok işine yaradığı gibi ceketin onu koruduğuna da inanıyordu.

Tepeden aşağı yavaş inmeye çalışsa da kayan elektronik parçalarıyla birlikte giderek hızlanıyordu. Sonunda tepenin yamacına geldiğinde güçlükle durabildi. Yamaçta nispeten daha az olan elektronik parçaları ayağıyla sağa sola iterek altlarından çıkacak ve belki işine yarayacak bir şeyler bulabileceği umuduyla etrafı incelemeye başladı. Buradan bir şey çıkmasa bile en azından bir ağaç bulmayı başarmıştı. Yaprakları, dalları ve hatta ağacın kendisi işine yarayacaktı mutlaka.

Artık geri dönme vaktinin geldiğini düşünmeye başlamıştı. Adımlarını son kez ileri doğru götürdüğü sırada kendisini beline kadar eski plastik ve metallerin içinde buldu. Ayak parmaklarından beline kadar ıslandığını hissediyordu. Elini aşağıya, yığının içine indirdi. Eli de ıslanmıştı. Bir su birikintisinin içindeydi. Şimdi yüzü gülmeye başlamıştı. Ağaç ve bir su birikintisi. Bugün şanslı bir günde sayılırdı. Hemen geri döndü ve düştüğü yerden tekrar yukarı çıktı. Elindeki kartonu sırt çantasına yerleştirdikten sonra sırt çantasında bulunan plastik şişeleri çıkardı. Dizlerinin üzerine çöktü ve şişeleri birikintinin içinden doldurmaya başladı.

Şişelerin tamamı dolduktan sonra artık geri dönme vakti gelmişti. Bugün yiyecek bir şeyler bulamadığına üzüldü biraz. İlk zamanlar sürüler halinde düşmüş küçük kuşları düştükleri yerden topluyorlardı. Sonraları büyük kuşlarda gökyüzünde uçarken aniden ölmeye ve düşmeye başladılar. Annesi ve ağabeyi ile birlikte en doyurucu yemeklerini de bu zamanlarda yemişlerdi. Ondan sonrası hep sıkıntılıydı. Her gün uzun yürüyüşlere çıkmaya ve ölüp düşmüş kuşları aramaya başlamışlardı. Bulduklarında ise annelerine getirir, doyacak kadarını pişirip yerler, diğerlerini annesi büyük yapraklara sardıktan sonra toprağa gömerdi. Bu şekilde etlerin bozulmayacağını söylerdi. İhtiyaç olduğunda çıkartıp yiyebileceklerini.

Giderek yiyecek bulmak zorlaşıyordu. Bugün de ağaç ve su dışında dişe dokunur bir şey bulamamıştı. Ağacın ve suyun bulunduğu yeri kartonuna işaretlemişti. Kartonuna işaretledikleri sayesinde nereye gitmesi, nereye gitmemesi gerektiğini iyi biliyordu. Bulduğu bu yer kesinlikle tekrar geleceklerinin içindeydi.

Tepeye tekrar tırmandı. Ağaçtan bir kaç dal kopardı ve dalları sırt çantasına koydu. Yaprakları etleri depolamak için, dalları da ateş yakmak için kullanabilirdi. Geri döndüğümde annem beni besleyecektir diye düşündü. Şapka şeklindeki kaskının iplerini çenesine geçirdi, gözlüklerini düzeltti. Şalını, ağzını ve burnunu kapatacak şekilde yukarı çekti. Elindeki kartona bir daha baktı ve geri döneceği yolu kafasında hesapladı. Kartonu da çantasına yerleştirdikten sonra çantayı sırtına taktı. Geri dönmeye hazırdı artık.

Dönüş yolunda artık çok acıktığından yemekten başka bir şey düşünemez olmuştu. Annem beni besleyecektir diye avuttu kendini. Elektronik fırtınaları başlamadan eve ulaşmak, yemeğini yemek ve evin kapı, pencerelerini kapatarak korunaklı hale getirmek istiyordu.

"Ben geldim" diye bağırdı zaten açık olan kapıdan içeri girerken. Kaskını ve sırt çantasını hemen oracıkta çıkardı ve kapının kenarına bıraktı. Hızlı adımlarla bütün odaları dolaşmaya başladı. Arada sırada "Ben geldim" diye bağırıyordu. Son olarak eskiden mutfak olan odaya girdi. Mutfakta artık ahşap olmayan eşyalar daha çok yer kaplıyordu. Ahşapların bir çoğu yakacak olarak kullanılmış, kalanlarda bir köşeye istiflenmiş, sıralarını bekliyordu.

Mutfak kapısının yanında istiflenmiş tahtalardan biraz aldı eline ve arka bahçeye çıktı. Yemek için ateşi yaksam iyi olur diye düşündü. Her zaman ateş yaktıkları yere bıraktı tahtaları. Ateşi tutuşturmak için biraz karton kopardı mutfaktan ve geri geldi.

Yemek için gerekli ateş artık hazırdı. Karnı doyacağı için çok mutluydu. "Ateş hazır" diye bağırdı. Ateşin başında biraz ısındıktan sonra etleri gömdükleri yere gitti. Toprağı kazmaya başladı elleriyle. Çukur dirseklerine ulaştığı sırada yapraklara sarılmış etler ortaya çıkmaya başladı. Üzerlerinden biraz daha toprak aldıktan sonra  büyük bir parçayı aldı içlerinden. Çıkarttığı toprakları tekrar çukura atarak, kapattı.

Ateşin başına döndü. Elindeki yaprakları açarak içindeki et parçasını çıkartıp hazır olan odun parçasına geçirdi. Artık ateşin üzerinde pişen güzel bir kol vardı.

"Bugün de beni annem besleyecek." diye düşündü.




0 yorum:

Yorum Gönder