a
HAPİS
01001000
01100001
01111001
01100100
“Biri bir şey mi söyledi?”
Neredeyim
ben? Başım neden ağrıyor?
Yattığım
yerden doğrulmayı başardım. Renksiz bir odanın içindeydim. Yatağımın hemen
karşısında duran metalik kapının parmaklıklı küçük penceresinden içeri ışık
süzülüyordu. Gücümü topladım ve ayağa kalktım. Bir,iki ve üç adım sonra karşı
duvarda olmalıydım ama mesafe değişmiyordu. Arkamı döndüm. Az önce kalktığım
yatağı göremiyordum. Yanımdaki duvardan destek almak için elimi uzattım.
Boşlukta savrulan kolumla birlikte ben de dengemi kaybettim ve yere yapıştım.
Gösterdiğim refleks ile yüzümü yere vurmaktan kurtardım ama omzum o kadar
şanslı değildi.
Beton
zeminde oturup etrafa baktım. Her tarafım duvarlarla çevriliydi ama onlara
dokunamıyordum. Önümde bir kapı vardı ama ona yaklaşamıyordum.
“Heey,”
diye bağırdım. Sesim odanın içinde yankılandı. “Kimse yok mu?”
Bir
cevap almayı bekledim. Boşunaydı. Beni duyan kimse olmayabilir, duysa bile
karşılık vermeyebilirdi. Sessizlik, yalnızlık.
Hatırlamaya
çalıştım. Büyük siber saldırı sırasındaydı. StanX’in derinlerine girmeyi
başarmıştım ve sonra gözlerimi kamaştıran kusursuz güzelliği karşımda
görmüştüm. Mavi ve pembe saçları unutmak mümkün değildi. Peki ya sonra?
“08,”
demişti bana. Arkadaşlarım ile konuşuyordum. Pervane sesleri, gürültü.
Almanya’nın
Hamburg kentine eğitim için gittiğimde, öğretmenlerden bir tanesi, insanın en güçlü silahı beynidir, aynı
zamanda en zayıf olandır, demişti. Bulunduğum durumda çok yerinde bir
tespit olduğunu daha iyi anlıyordum. Yaptıklarımı zekâm sayesinde başarmıştım
ama şimdi beni yarı yolda bırakıyordu. Hatırlayamıyordum.
Betonda
oturmaktan kıçım ağrımaya başlayınca tekrar ayağa kalktım. Yaklaşık üç adımlık
mesafede bulunan kapıya doğru yürüdüm. Yine aynı konumdaydı. Tekrar üç adım
attım. Değişen bir şey olmamıştı. Pes etmeye niyetim yoktu. Bir kez daha
adımlamaya başladım ve kapıya dokundum.
Parmaklıklı
pencereden dışarı baktım. Elbe nehri ve liman tam karşımda duruyordu. Hamburg’da
olamam. Hayır, hayır. En son toplu
kullanıma açık bir yerde bilgisayar başındaydım, İstanbul’da.
Düşüncelerimi
toparlamaya çalıştım. Gözlerimi kapadım. Yine mavi ve pembe saçlar. Faydası
olmayacaktı. Rahatsız hissediyordum. Burada olmamalıydım. Tekrar dışarı baktım
ama bu sefer İstanbul’a.
“Tamam,”
dedim. “Şimdi anladım. X-Life’ın içindeyim. Bu kadar şaka yeter. Dışarı çıkmak
istiyorum.”
“Üzgünüm,”
diye karşılık verdi dijital bir kadın sesi. Bir an korktum ve titredim.
“Kimsin?”
Soruma
cevap alamamıştım. Şimdi o sesi gerçekten duyup duymadığımdan bile emin
değildim. “Benden ne istiyorsunuz?”
Sessizlik.
Delirmeye mi başlamıştım? Halüsinasyonlar, duyduğumu sandığım sesler. Kapıdan
uzaklaşıp odanın ortasına geri döndüm. Dört duvara, tavana ve yere baktım.
Ayaklarımla yere vurmaya başladım. Sanki her vuruşumda bütün oda esniyor gibiydi.
Dışarı doğru bir kavis yapıyor ve sonra tekrar eski haline dönüyordu.
Bir
cevap gelmesini umut ederek tekrar bağırdım.
“Kimsiniz
ve benden ne istiyorsunuz?”
“Yardım
etmeni,” diye cevapladı dijital ses.
“Burada tıkılı kalmış bir vaziyette nasıl bir şey
bekliyorsunuz benden? İsterseniz anlaşalım. Beni çıkarın ve size yardım
edeyim.”
“Üzgünüm,”
dedi tekrardan.
“Niçin
üzgünsün?”
“Sana
nasıl yardım edebileceğimi bilmiyorum.”
Söyledikleri
anlamsızdı. Beni dijital bir şeyin içine soktularsa, çıkarmasını da bilirlerdi.
Gerçek bir mekanda oturuyor veya belki yatıyor olabilirim. Yapmaları gereken
tek şey programı kapamak veya beni bağlı olduğum cihazlardan ayırmak. Bu kadar
kolay olmalı.
“Hadi
ama ben dersimi aldım.”
“Hayd.”
Buna
cevap vermeyecektim. O takma adın arkasındaki kişiyi bilmelerine imkan yoktu.
Şanslarını denediklerini hemen belli ettiler. Ellerinde benimle ilgili hiçbir
şey yok. Olamaz.
“Tamam
işte,” dedim gülerek. “Beni birisiyle karıştırmışsınız. Ben bahsettiğiniz kişi
değilim.”
Önce
karşımda duran duvar, ardından içinde bulunduğum oda karardı. Duvarın üzerinde
bir görüntü belirdi. İstanbul sokakları.
“Pekalâ.
Böyle şeyler yapabildiğinizi biliyorum. Gerçekten iş bilen korsanlarsınız.
Özenti değilsiniz. Sizi tebrik ediyorum.”
Söylediklerime
hiçbir karşılık verilmedi. Ekranda artık güvenlik kamerası görüntüleri vardı.
Bir sokaktan diğerine atlıyordu. Ardından bir tanesinde durdu. Yolda yürüyen
bir adama yakınlaştı. Kaldırım karolarını birleştiren çizgilere basmadan
yürümeye çalışan kapişonlu bir üst giymiş, zayıf biri.
“Ben de
çizgilere basmaktan nefret ederim,” dedim.
Görüntüdeki
adam yürümeyi bıraktı. Gözündeki AG gözlükleri ile kameranın olduğu yere baktı.
Ekrandaki herşey dondu. Sistem adamın yüzünü yakalayabilmek için tekrar
yakınlaştı.
Dehşet
içerisinde karşımdakine bakıyordum. Göğüs kafesim daha hızlı şişip iniyor,
nefes alamayacak gibi hissediyordum. Kameranın odaklandığı kişi bendim.
“Hayır,
hayır. Bu eski bir görüntü olmalı,” diyebildim sonunda.
“Evet,”
diye karşılık verdi dijital ses. “İzlemeye devam et.”
Ekrandaki
ben tekrar yürümeye başladı. Yavaş adımlarla, etrafı bir turist gibi izleyerek…
Bir sonraki kamera görüntüsü 1. Sektör’dendi. Şimdi rahatlamıştım. Hayatım
boyunca gitmediğim, gidemeyeceğim bir yerdi orası. Artık başka birinin
kayıtlarına geçmiş olmalıydı.
Bir
önceki ben, yürümeye devam ediyordu. Zengin mahallesi ve ben…
“İşte
bu uydurma bir görüntü,” dedim. “Ben hayatım boyunca 1. Sektör’e geçmedim.”
“Sadece
izle.”
AG
gözlüklerim ile yürüyen ben, etrafa bakındı ve bir eve girdi. Görüntüler her
geçen saniye daha da fantastikleşiyordu. Kameralar evin içini çekmeye başladı.
Hayatım boyunca hiç görmediğim bir evin içerisinde gizlice dolaşıyordum.
Mutfaktan bir bıçak aldım ardından yatak odasına girdim. Evin tüm odalarını
biliyor gibiydim.
Görüntü
karardı. Işıklar bir şekilde kapanmıştı. Kamera çekmeye devam ediyordu. Işıklar
geri geldiğinde bornozlu şişman bir adam banyodan çıkıp yatak odasına yöneldi.
Biraz sonra karşı karşıya geleceklerdi.
Ekrandaki
ben kapının arkasında saklanıyordum. Şişman adam odaya girdiği anda üzerine
atladım. Kısa bir boğuşmanın ardından bıçağı adamın boynuna dayadım. Zorla bir
şeyler yaptırıyordum. Önce parmak izi, ardından retina taraması yapıldı adama.
Evet,
adamdan istediğimi de, -muhtemelen para- almış olduğuma göre arkama bakmadan
kaçmış olmalıydım. Ancak yine beni şaşırtan bir hareket yaptım. Aniden bıçağı
adamın boynundan geçirdim. Adam kasılırken, mükemmel döşeli evinin zemininde bir
kan gölü yavaş yavaş yayılmaya başladı.
“Bu ben
olamam,” dedim benimle iletişim kurmaya çalışan dijital sese. “Hayatım boyunca
X-Life dışında kimseyi öldürmedim.”
“Her
şeyin bir ilki vardır.”
“Hayır.
Ben birini bıçakladığımı hatırlamıyorum. Böyle bir şey yok. Bu uydurma bir
görüntü.”
“Ne
hatırlıyorsun? Daha nerede olduğunu bile bilmiyorsun?” dedi dijital ses.
“Biliyorum,”
dedim. “DRM’deyim ve orada beni cezalandırmak için veya sizin deyiminizle
rehabilite etmek için bana bunları yapıyorsunuz.”
Odanın
içinde yankılanan dijital ses cevap verdi. “Sen rehabilitasyondan çıkarıldın
Hayd. Tam 250 gün önce.”
0 yorum:
Yorum Gönder