Eski divanın üzerinde ne kadardır beklediğini bilmiyordu
Kara. Kendisini yardım için çağıran yaşlı kadında tuhaf bir çekim vardı. Belki
yaşlı huysuzluğu, belki de kendisini büyüten kocakarıya olan benzerliği. Ona
her zaman saygı duymuş, onu sevmeye çalışmıştı ama içindeki şüphe hep engel
olmuştu. Şüphe olmasaydı diye düşündü. Yaptığı şeyi yapmamış olsaydı sevebilir
miydi kocakarıyı? Diğer yaşlı insanlardan pek bir farkı yoktu aslında. Tombul
vücudu ile yürümüyor sanki yuvarlanıyor hissi yaratırdı görenlerde. Tonton
yanakları sıkılası gibi dursa da suratından hiç eksik olmayan memnuniyetsizliği
buna izin vermezdi. Kara da hiç bir zaman kocakarıya dokunmaya teşebbüs
etmemişti.O da sadece yanlışlarında vurarak göstermişti sevgisini Kara'ya.
Karşılıklı ortak bir etkileşimleri olmuştu kocakarı hala etraftayken. Yaşlı
kadın onun kadar şişman olmasa da suratında benzer bir ifade vardı. Hiç bir
şeyi sevemezmiş gibi bir duruş, huysuz tavırlar. Gözlerinin derinliklerinde ise
yardım bekleyen, yardım isteyen bir ışıltı.
Odanın kapısı gıcırtıyla açıldı. Yaşlı kadın içeri girdi.
Korkmuş gözlerle Kara'ya baktı.
"Hava kararmak üzere."
Kara, anladığını belli edecek şekilde kafasını salladı.
Hızlıca oturduğu divandan indi. Ahşap çerçevesi dökülmek üzere olan pencereden
dışarı bir göz attı. Ne ile karşı karşıya olduğunu ne kadar erken anlarsa işi o
kadar erken bitecekti. Yaşlı kadın, Kara'nın yanına geldi. Korku ve merak
karışımı bir bakış attı pencereden dışarı. Genç kıza döndü.
"Bunu yapmak için çok genç duruyorsun. Başarabilecek
misin?"
Kara, istemsizce yaşlı kadının koluna dokundu, ardından
hızla elini geri çekti.
"Merak etme. Her zaman bir yol vardır. Bu işte
iyiyimdir."
Yaşlı kadın bir şey söylemedi. Dudakları kıpırdıyor, fısıltı
halinde bir şeyler mırıldanıyordu. Güneş henüz batıyordu. Son ışık demetleri
gökyüzünü terk edip yerini siyahın hükümdarlığına bırakmaya başladığında evin
kapısına hızlıca vuruldu. Yaşlı kadın durduğu yerde zıpladı. Ardından kapıya
daha sert ve tekrar tekrar vuruldu. Birisi veya birileri kapıyı açmak için
zorluyor gibiydi. Kara, zamanın geldiğini anladı ve hızlı adımlarla kapıya
yöneldi. Yaşlı kadın, pencereden uzaklaşmış, evin duvarına yaslanmış, korku
dolu gözlerle bekliyordu. Genç kız kapıyı açtı. Karşısındaki boşluğa baktı.
Kapının önünden, avlunun neredeyse parçalanmış çitlerine kadar hiç bir şey
gözükmüyordu. Avlu kapısı çitlere göre daha sağlam duruyor, kilit olarak
kullanılan kalası sallanıyordu. Gülümsedi. Arasında durduğu kapı eşiğinden evin
içinde korkmuş vaziyette bekleyen yaşlı kadına baktı. Kapı eşiğinden dışarı
çıktı. Kapı arkasından kapanırken gıcırdadı.
Bir süre sonra evin içine tekrar girdiğinde yaşlı kadın
korkudan titredi."Ne oldu?" diye sordu. "Birazdan bu iş
biter." Kara, kulağını kapıya dayadı. Bir şeyleri sayıyormuşçasına, belli
aralıklarla elini aşağı yukarı oynatıyordu. Elini son kez aşağı indirdiğinde
hızlıca kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Önce tiz bir çığlık sesi duyuldu. Onu daha
güçlü bağırışlar izledi. Kapı tekrar açılıp Kara içeri girdiğinde gülüyordu.
"Tamamdır. Bir daha seni rahatsız etmezler."
"Gittiler mi? Bir daha gelirler mi?"
"Uzun bir süre gelecekleri sanmıyorum."
"Sadece biraz huzur istiyorum, sadece huzur."
Yaşlı kadının son kelimeleri güçlükle duyulabiliyordu. Sesi
giderek uzaklaştı. Sırt çantasını divanın yanından alan Kara, sallana sallana
yürüyen kadına son bir kez baktı ve kapıdan dışarı çıktı. Artık hava kararmış,
ay alev renginde gökyüzüne yükselmeye başlamıştı. Avlunun içindeki yaşlı ağaçta
bir bülbül şarkısından ilk sesleri gönderirken, uzaklardan başka bir tanesi de
ona eşlik ediyordu. Neredeyse yıkılmak üzere olan avlu tahtalarının üzerinden
atlayan genç kız, motosikletine bindi ve marşa bastı. Kocakarının kömürlüğünde
bulduğu 1960 model araç hiç bir zaman tek seferde çalışmamıştı. Marşa tekrar
bastı. Bu defa motor bir aslan gibi kükredi. Yola düşmenin, yeni bir iş
bulmanın vakti gelmişti.
İki tarafı ağaçlarla kaplı, bir tüneli andıran yolda yavaşça
ilerlemeye başladı. Üzerinden geçen karga tam karşısında bir dala kondu. Kara,
umursamadan yanından geçti. Kuş tekrar üzerinden geçti ve tekrar bir dala
kondu. Üçüncü sefer tekrarlanmadan önce genç kız motorsikletini durdurdu.
Karga, yüksek sesli bir çığlık attı.
“Kendini bil. Nerede olduğunu bil.”
Kara, sinirlenmişti. “Defol git başımdan seni iğrenç
yaratık.” diye bağırdı. Karga tekrar bir çığlık attı.
“Zaman yaklaşıyor.”
Genç kız, hayvanın son söylediklerini duymazdan gelip tekrar
gaza bastı. Hızla ağaçlı yolda ilerledi. Hangi yöne, ne kadar gittiğini umursamadan
gecenin karanlığında motorunu sürdü. Gün ağarmaya başladığında bir tabelanın
önünde durdu. Sağ tarafı gösteren metal parçasının üzerinde Ahiköy yazıyordu.
Yeni bir iş bulabileceği ümidiyle tabelanın gösterdiği yöne döndü. Güneş yavaş
yavaş yükselirken köyün camisinin tek minaresi tam karşısında belli belirsiz
ortaya çıktı. Yanından geçtiği tarlalarda bulunan ay çiçekleri güneşle birlikte
ışıklarını etrafa yaymaya başladı. İneklerin çanları etrafta yankılandı. Köyün
adının yazılı olduğu metal tabakanın üzerinde siyah bir kuş Kara’nın geçişini
izledi.
Köyün girişinde yavaşlayan Kara, etrafı incelemeye başladı. Yıkık
dökük yarı taş yarı ahşap bir evin
yanından geçti. Etrafında otlar bitmiş, etrafı siyah ve yeşil renklerle
kaplanmış, içi boş eski bir yalak hemen yolun solunda duruyordu. Az ilerisinde
mermerden yapılmış ve tüm gürültüsüyle çeşmesinden sular akan daha yeni bir
tanesi. Yolun sonunda gözüken köyün camisine yaklaştıkça evler çoğalmaya, eski
olanların yerini yenileri almaya başladı. Birkaç yüz metre sonra köyün
kahvehanesi olan yerin tam karşısında durdu.
Kahvehanenin hemen önünde duran iki yarım antik mermer sütun
girişi belirliyordu. Hemen arkalarından çatıya kadar uzanan kalaslar antik
taşlardan destek alıyordu. Birkaç basamak ile çıklan verandanın tabanı yeni
betonları andırıyor, üzerine yerleştirilmiş ahşap korkulukların eskiliği ile
bir tezat oluşturuyordu. Verandanın hemen önünde sırtlarında çanta, ellerinde
tabletler ile iki çocuk bekliyordu. Kafaları o kadar öne eğikti ki, Kara’yı
fark etmediler bile. Hemen arkalarında verandanın üzerinde, kafalarında fes,
ayaklarına sardıkları abalar ile nargilelerini tüttüren iki yaşlı adam
oturuyordu. Bir nefes nargileyi fokurdattıktan sonra dönüp Kara’ya baktılar.
Genç kız kafası ile selam verdi ama adamlar hiçbir karşılık göstermediler. Sanki
orada değilmiş gibi nargilelerinden nefes çekmeye devam ettiler. Kara,
bulunduğu köyden iş çıkmayacağını düşünüyordu.
Kahvehane ve caminin yanyana bulunduğu yer köyün meydanı
gibi gözüküyordu. Genç kız biraz daha beklemeye karar verdi. Hemen ilerisindeki
bir evin bahçesinden iki inek yola çıktı. Arkalarından sırtına bebeğini
yerleştirmiş yaşlı bir kadın. Belki bir iş çıkar umuduyla beklemeye karar verdi,
Kara. O anda üzerinden uçarak bir karga geçti ve köyün sınırlarının dışına
çıkarak gözden kayboldu. Önce inekler geçti motorunun üzerinde bekleyen genç
kızın yanından. Ardından sırtında bebeği ile yaşlı kadın gözüktü. Kara ile
bebek gözgöze geldiğinde bebek gülümsedi. Genç kız dikkatini bebeğin annesi
olduğunu düşündüğü kadına yöneltti. Kadın hiç bakmadan yürümeye devam etti.
Ahiköy’den herhangi bir iş alamayacağını düşünen Kara yola
koyulmaya karar verdi. Motorunu tek seferde çalıştırdı ve karganın uçtuğu yöne
doğru ilerledi. Karga, bir ağaca tünemiş genç kızın gelişini bekliyordu. Kara, ağacın dibinde durdu.
“Artık zamanı geldi.” dedi Karga iğrenç sesiyle.
“Bir şeyin zamanı geldiği yok. Bir şey olduğu yok. Git
başımdan artık. Normal birisi gibi sadece işimi yapmak istiyorum.”
“Normal.” dedi Karga. Ardından kötü bir kahkahayı andıran
sesle gakladı.
Genç kız gaza bastı ve yola koyuldu. Sinirilenmişti. Gaz
kolunu hiddetle çevirdi. Hissettikleri ile aynı oranda hızı da artıyordu. Karşı
yönden gelen traktörü son anda fark etti ve direksiyonunu kırdı. Hemen sonra
yaptığı hareketten pişman oldu ama çok geçti. Kendisi bir tarafa motoru bir
tarafa savrulmuştu. Birkaç takladan sonra durabildi. Arkasına baktı. Traktörde
yolun diğer tarafındaki bir çukura savrulmuş ve devrilmişti. Koşarak traktörün
yanına gitti. Traktörü kullanan adam gözleri kapalı yatıyordu. Biraz uzağında
bir kadın ve çocuk yaşta bir kız vardı. Kara, adama yaklaştı. Nefes alıyor gibi
gözüküyordu. O sırada Karga, devrilen traktörün yan duran tekerleklerinden
birinin üzerine çıktı.
“Seçimini yap artık. Küçük kız tam aradığın gibi.”
“Hayır.” diye bağırdı Kara. “Senin yaptığını ben ona
yapmayacağım kocakarı. Seni pis şeytan.”
“Bu senin elinde değil Kara. Bu böyle olmak zorunda. Yüz
yıllardır hatta binlerce yıldır olduğu gibi.”
“Yalan söylüyorsun. Her zaman ki gibi yalan söylüyorsun.
Beni aldığında yalan söylediğin gibi, bana bakarken yalan söylediğin gibi. Her
zaman.”
“Kes artık. Sana anlatmaya çalıştım. Ama anlamadın. Buna
mecburuz. O kadar çok inkar ettin ki, şimdi kendini orada sanıyorsun.”
“Küçük bir kızı annesinden ayırmayacağım.”
Karga, kahkahaya benzeyen iğrenç gaklamasını tekrarladı.
“Sen hala o tarafta mı sanıyorsun kendini. İyi düşün. Çok
geriye gitmeye gerek yok. Dün gece ne yaptığını düşün.”
Kara, hatırlamaya çalıştı. Eski, yıkık dökük bir eve
girdiğini ve yaşlı kadının ona iş verdiğini hatırladı. Hava kararmak üzereyken
camdan baktıklarını ve küçük çocukların oyun oynayarak eve yaklaştıklarını
gördü. Yaşlı kadın korkmuştu ve ona yardım etmeliydi. Kara, kapının önüne
çıkmıştı ve…
Gerçek yüzünü çocuklara göstermişti. Çocuklar çığlıklar
atarak kaçmıştı. Onları korkutmuştu.
“Ben hangi taraftayım?” dedi Kara kendi kendine.
“Sen çizgide yürüyensin, her iki tarafta da değilsin. Artık
zaman geldi. Kendi Kara’nı al yanına.”
Genç kız, yerde hareketsiz yatan çocuğa baktı. Ellerinden
tuttu ve kaldırdı. Kucağına aldı, sarıldı. Kara yavaş yavaş motorsikletine
giderken arkasından bir çığlık koptu. Çocuğun annesi kendine gelmiş ağlıyordu.
“Neler oluyor?” dedi Kara’nın kucağındaki çocuk.
“Korkma. Sana bildiğim herşeyi anlatacağım, Karam.” dedi
genç kız, ağzından ve gözlerinden alevler saçarak.
0 yorum:
Yorum Gönder