Sakura ağaçlarından dökülen pembe çiçeklerin patikanın kenarında ince bir çizgi oluşturuyordu. Açan sakura ağacı baharı müjdelerken, dökülen çiçekleri kaçınılmaz sonlarını patikada karşılıyor, hayatın her anındaki zıtlıkları gözler önüne seriyordu.
"Sakura ağacının çiçeği ağır ağır olgunlaşır ve açar. Sonra aniden dökülür. Tıpkı hayatlar gibi. Yaşamın her anında ani bir son bizi bekliyor olabilir kızım."
Riva, yaşlı adamın söylediklerini anladığını belli edecek şekilde kafasını salladı. Ardından etraflarında kendileri ile aynı tempoda yürüyen korumaları izlemeye devam etti. Hava zırhlarının içerisinde yürümeye çalışan korumaların iflahını kesecek kadar durgundu. Hepsi dikkatlice etrafı inceliyor, bir elleri kının, diğer elleri her an harekete geçebilecek şekilde kılıçlarının üzerinde duruyordu.
"Bu ağaçlar Japon kültüründe mükemmel güzelliği ve aynı zamanda hızlı, acısız ölümü ifade eder. Yaşam ve ölüm. Var oluş ve yok oluş. Anlıyor musun Riva?"
Riva, yine sadece kafasını salladı. Bir müddet daha ağaçların arasında yürümeye devam ettiler. Yol hafif bir eğimle yukarı çıkıyor, etraflarındaki yer şekilleri çeşitleniyordu. Riva, bir an duraksadı.
"Ne oldu Riva?"
"Burası pusu için çok elverişli bir bölge. Geri dönmeliyiz."
"Peki, devam etmek istediğimi söylersem."
"Kabul edilebilir."
Yaşlı adam bir adım daha atmıştı ki, önce ince bir ıslık sesi duyuldu ardından ayağının hemen dibine bir ok saplandı. Korumaların hepsi aynı anda kılıçlarını çekti. Bir kaç tanesi yaşlı adamın ve Riva'nın önüne kendilerini siper etti. Bir kaç ıslık sesi daha duyuldu. Bir ok daha önlerine düştü, başka bir ok kendisini siper eden korumalardan birine saplandı. Korumalar etraflarında koşturuyor, kendilerini pusuya düşürenleri bulmaya çalışıyordu. Riva'da kılıcını çekti. Ağaçların arasından bağırışlar yükselmeye başladı. Her iki yanlarında bulunan yükseltilerden düşmanları koşarak aşağı geliyor ve korumalar ile çarpışıyordu.
"Geri dönmeliyiz." dedi Riva tekrardan.
"Birincil görevin nedir Riva?"
"Birincil görev seni korumak. İkincil görev kimseye zarar gelmemesini sağlamak."
"Adamlarımız zor durumda."
Riva, bir an tereddüt etti. Etrafına baktı. Tepeden koşarak gelen bir düşmanın kılıcını sallayarak tek bir hamlede korumalardan birinin kafasını gövdesinden ayırdığını gördü. Arkasından yetişen başka bir koruma kılıcını, hiç tereddüt etmeden koşan düşmanın göğsüne sapladı.
"Geri çekiliyoruz." diye bağırdı Riva. Yaşlı adam ve korumaları geldikleri yöne gitmeye başladılar. Çarpışmadan kurtulmayı başaran korumalar birer birer Riva'nın yanına gelip, yeniden savaş pozisyonuna geçtiler. Herkesin emniyette olduğundan emin olan Riva, kendilerine gelmekte olan düşmana doğru koşmaya başladı. Daha kılıcını çekerken bir tanesini tam karnından ikiye ayırdı. Arkasından gelen düşman askerine ise kılıcı tam kafasının üstünden isabet etti.
"Bu kadar yeter." diye bağırdı yaşlı adam ve kulakları sağır eden bir ses duyuldu. Bir kaç saniye içerisinde tam bir sessizlik yaşandı. Etraflarındaki ağaçlar, tepeler, gökyüzü iç bükey bir hale geldi. Her şey önce genişliyor gibi gözüktü, sonra bir sarsıntı ile tekrar eski haline döndü. Önce bastıkları toprak parçaları kare kare bir görünüm aldı, ardından her yer aynı şekilde gözükmeye başladı.Siyah ve beyaz çizgiler, kareler, bulanıklaşan görüş. Bir anda büyük siyah bir boşluk.
Riva, kafasını kaldırdığında güneş tam tepelerindeydi. Bastıkları yerde toprak o kadar kuruydu ki, her yer çatlaklar ile doluydu. Bir çöl.
"Kontrol noktasını burada oluşturuyoruz." diye bağırdı Riva'nın arkasında yürüyen askerlerden bir tanesi. İki jip hızlıca yanlarından geçti ve önlerindeki asfalt yolu kesecek şekilde yerleşti. Askerler sırt çantalarını jiplerin kenarına bırakıp, hemen hepsi mataralarından su içmeye başladı. Riva, sırt çantası ile birlikte jiplerin kapattığı yolun diğer tarafına geçti. Omzuna astığı yarı otomatik tüfeğini ön tarafa aldı ve hazır duruma getirdi.
"Çöl gibi hiç bir şeyin yaşamayacağını düşündüğün yerde bile yetişen bitkiler vardır. Dünya sürprizlerle doludur. Hiçliğin ortasında bile bir hayat ortaya çıkabilir kızım."
Riva, yaşlı adamın söylediklerini anladığını belli edecek şekilde kafasını salladı. Etrafındaki herkes yerlerini almış, yoldan gelecek araçları bekliyordu. Çok geçmeden, eski bir kamyonet gözüktü. Riva diğer askerlerden bir kaç adım öne çıktı ve silahını kamyonete doğrulttu. Araç ağır ağır yaklaşıyor, bütün herkes yaptığı işi bırakıp pozisyon alıyordu. Riva bir kaç adım daha attı. Eliyle kamyonete durmasını işaret etti. Kamyoneti kullanan adam işarete uydu ve durdu. Askerler aracı incelerken, Riva adam ile konuşmaya başladı.
"Söylediklerinden hiç bir şey anlamıyorum Riva, ne diyor bu adam?"
"Ailesi ile güneye göç ediyormuş. Yanındakiler eşi ve kızıymış."
"Yine de arka tarafı kontrol edeceğimizi söyle."
Riva, diğer askerlerin bilmediği bir dilde adam ile konuştu.
"Sorun olmayacağını söylüyor."
"Beyler ve bayan. Bir araç daha geliyor."
"Durdurmamı ister misin yüzbaşı?"
"Hayır Riva, ben bakarım. Kamyonet ile işimiz biter bitmez gönder."
Riva ve iki asker kamyoneti kontrol etmek için arka tarafa geçtiklerinde, yüzbaşı diğer aracı durdurmak için elini havaya kaldırdı. Yanındaki asker silahını yaklaşan araca doğrulttu. Araç önce yavaşladı, ardından son sürat yüzbaşının üzerine sürmeye başladı. Silahlar ateşlendi. Riva ve yanındakiler kamyoneti bırakıp hemen silahlarına davrandılar. Çölün ortasında gürültülü bir fırtına yaşanıyordu. Sesler kesilip fırtına dindiğinde, dumanlar çıkaran araç tam yüzbaşının önünde durdu. Yüzbaşının yanındaki asker yerde yatıyordu.
"Riva, çabuk yardıma gel. Yaralımız var." diye bağırdı yüzbaşı.
Riva, etrafına bakındı. Kamyonetin yanında yerde yatmakta olan adamı gördü. Bir kaç adım adama yaklaştı. Ardından koşarak yaralı askerin yanına gitti. Yüzbaşı elleri ile yaralı askerin göğsüne bastırıyor, akan kanı durdurmaya çalışıyordu. Riva, yüzbaşıya baktı, çantasından bir şeyler çıkardı ve uzattı.
"Al yüzbaşı, bu morfini vur. Bir yaralımız daha var."
"Riva, buraya gel. Bir şeyler yapmalıyız."
"Diğer yaralıya bakmalıyım."
"Riva, Riva. Bu bizim adamımız. Bizden biri."
Yüzbaşı gözyaşları içerisinde morfini yaralı askere vurdu. Riva, çoktan çantasındaki malzemeleri boşaltmış, kamyonetin yanındaki adama müdahale ediyordu. Adamın eşi ve kızı çaresizlik içerisinde ağlıyor, kurumuş toprağı dövüyordu. Riva, tüm dikkatini adama vermiş, detaylı bir operasyona girişmişti. Adamla işi bittiğinde ayağa kalktı. Kadın ve küçük çocuk Riva'ya bakıyorlardı.
"Merak etmeyin, yaşayacak."
Kadın hemen eşinin üzerine kapandı. Adam bir kolunu kaldırıp kadına sarıldı. Riva, yüzbaşının yanına dönmek için arkasını döndüğünde sıkı bir yumruğu suratının tam ortasına yedi. Yüzbaşı tam karşısındaydı.
"Bu kadar yeter." diye bağırdı yaşlı adam ve kulakları sağır eden ses tekrar duyuldu. Bir kaç saniye içerisinde tam bir sessizlik yaşandı. Kuru toprak, kumlar ve araçlar genişleyerek iç bükey bir hale geldiler. Etraf sallandı. Her şey eski haline gelir gibi oldu ancak bu sefer her şey karelere bölünmüş gibiydi. Siyah beyaz çizgiler ve bulanıklaşan görüş. Son olarak yine siyah boşluk.
Yukarıdan damlayan sular, lacivert ve siyah renklerden oluşan bir gökyüzü. Yüksek binalar, araç gürültüsü, etrafa yayılan pis kokular.
Riva, ellerini kaldırdı ve yağan yağmurun ellerine dokunmasına izin verdi.
"Su hayatın kaynağıdır. Yağmur her ne kadar bize hayatı hatırlatsa da, bazı insanları hüzünlendirir. Gökyüzünün ağladığını düşünürler. Koyu renkli bulutlar ve siyah gök yüzü insanları umutsuzluğa iter."
Riva, kafasını salladı. Yaşlı adam ile birlikte kalabalık sokakta yürüdüler. Etraflarındaki binalar gökyüzüne kadar uzanıyor, araçlar durmadan yanlarından geçiyor, insanlar hiç bir şeye aldırış etmeden bir yerlere gidiyordu.
"Bu taraftan." dedi yaşlı adam. "Metro'ya binelim."
Birlikte metro istasyonuna giden merdivenleri inmeye başladılar.
"İnsanlar kararlıdır. Bir şeyi kafalarına koyduklarında yaparlar. Bulutlara ulaşan gökdelenler, yerin altına açılan tüneller, hayatta kalmak için bir şeyler yapmak, para kazanmak."
Riva, sadece dinledi. Metro istasyonuna kalan son basamakları da birlikte indiler. İstasyonda sadece bir adam vardı ve o da güvenlik için çizilmiş sarı çizgi üzerinde duruyordu. Boş istasyonda bir dinlenme koltuğuna oturdular. Riva, sarı çizgide duran adama bakıyordu. Bir adım daha atarsa güvenliği ihlal etmiş olacaktı. Metro istasyonunun sessizliği bir uyarı anonsu ile bozuldu. Riva'nın hemen önündeki dijital tabela trenin bir dakika uzakta olduğunu gösterdi.
Sarı çizgi üzerindeki adam sürekli raylara bakıyordu. Kafasını hiç kaldırmadan, sarı çizginin önüne bir adım attı. Riva ayağa fırladı.
"İnsanlar kararlıdır. Ölmek ve yaşamak konusunda kararlıdır." dedi yaşlı adam, Riva'nın kolunu tutarak.
Trenin sesi istasyonda yankılanmaya başladığında adam kendisini rayların üzerine bıraktı. Riva, yaşlı adamdan kurtuldu ve koşarak adamın atladığı noktaya gitti. Trenin ışıkları istasyondan görülür hale geldi. Trenin düdüğü durmaksızın çalıyordu. Düdük sesine metallerin birbirine sürtünme sesi eşlik etmeye başladı. Riva, o anda rayların üzerine atladı ve adamı tuttuğu gibi istasyonun üzerine fırlattı. Arkasına baktığında trenin ışıklarını ve belli belirsiz bir gölge şeklinde makinisti gördü. Tren yavaşlamış ama duramamıştı. Riva'ya çarptıktan bir kaç saniye sonra ancak durdu.
"Bu kadar yeter." diye bağırdı yaşlı adam. Her taraf simsiyah oldu.
"Baba."
"Riva, şimdi senden bir kaç soruya cevap vermeni istiyoruz."
"Baba, yanlış bir şey mi yaptım?"
"Hayır, Riva. Sadece bir kaç soruya cevap vermen gerekiyor."
"Tamam."
"Neden beni bırakıp adamlarımıza yardım etmedin?"
"Seni bırakmış olsaydım yüzde seksen olasılıkla zarar görecektin. Birincil görev, lideri korumak."
"Peki, neden bizim askerimize yardım etmedin? Neden diğer adama yardım ettin?"
"Askerimizin yaşama olasılığı yüzde beş, adamın yaşama olasılığı yüzde yetmişti. Birincil görev insanları hayatta tut."
"Son olarak trenin önüne atlayan adamı neden kurtardın ve kendini riske attın?"
"Yüzde yüz olasılıkla adamı kurtarabilecektim. Birincil görev insanları hayatta tut."
"Peki ya sen? Kendini neden tehlikeye attın?"
"Yüzde seksen beş olasılıkla tren bana zarar vermeyecekti."
"Yan etkileri hesapladın mı?"
"Trendeki yolcular ve tren yan etkilerdi."
"Riva, tren hasar aldı ve yolculardan beş tanesi yaralandı. Ayrıca kendi varlığını da tehlikeye soktun."
"Baba."
"Odanın kameralarını açabilirsin."
Kameralar açıldığında, Riva'nın da karanlığı son buldu. Artık, babasını ve yanındaki beyaz önlüklü genç adamı görebiliyordu.
"Turing testi sonuçları geldi mi?"
"Evet, profesör." dedi genç adam ve elindeki kağıtları profesöre uzattı. Profesör bir şeyler mırıldandı.
"Yeterince iyi değil, yüzde seksen beş almış."
"Efendim, bu bir yapay zekanın şu ana kadar almış olduğu en iyi sonuç. Bu haliyle bile ona bir vücut verdiğimizde bir çok insan anlayamaz."
"Yine de bu onu güvende tutmaya yetmez. İnsanlar içinde güvende olması için yüzde doksanın üzerinde olmalı."
"Profesör, Model 9X asla..." dedi genç adam ve durdu.
"Asla ne? Ne söyleyecektin?"
"Asla gerçek bir insan olmayacak. Turing testinden yüzde yüz alan bir yapay zeka gerçekten insan olabilir mi?"
Profesör cevap vermeden odadan çıktı. Genç adam içinde kalanı o çıktıktan sonra söyledi.
"O asla ölen kızınızın yerini tutmayacak profesör. O asla kızınız olmayacak."
Odanın içindeki iki kamera genç adama döndü ve odaklandı. Odayı aydınlatan ışıklar önce söndü sonra tekrar yandı. Otomatik kapı büyük bir gürültüyle kapandı. Ardından kilit ışığı yandı. Genç adam olduğu yerde sıçradı. Odanın içinde dijital bir ses yankılandı.
"Ben Riva, ben onun kızıyım."
0 yorum:
Yorum Gönder