Sonsuz Savaş - 8


Arka arkaya gelen kurşun geçirmez siyah araçlar sırayla ana binanın büyük kapısı önünde durup yolcularını merdivenlerin hemen önünde indiriyorlardı. Siyah takım elbise giymiş adamlar, araçların kapısından merdivenlerin sonuna kadar inenlere eşlik ediyor, otomatik cam kapıdan içeri girmelerini sağlıyorlar, ardından bir sonraki aracı karşılamak için tekrar merdivenlerin başına iniyorlardı. Cam kapıdan girenler güvenlik kontrolü için bir süre duruyor, ceplerindeki her şeyi ve üzerilerinde bulunan tüm metalleri çıkartıp, kendilerine uzatılan beyaz plastik kutuya koyuyor ve x-ray cihazından geçiyorlardı. Bu kontrol noktası, en son teknoloji ile donatılmış binalar bütününe girişteki güvenlik önlemlerinin ilkiydi.

Giriş kapısı, dört katlı binanın çatısına kadar yükselen altı sütunun tam ortasında yer alan boşluktaydı. Henüz daha girişte sütunların uzunluğu ile hayranlık uyandıran binanın içine geçildiğinde büyük ana salonunun dört kat yukarıda bulunan cam tavanı baş döndürüyordu. Cam tavan ana salonun ve hemen kapının önünde bulunan lobinin günün her saatinde aydınlık kalmasını sağlıyordu. Ana salonun tam ortasında bulunan merdiven ile ofis katlarına çıkılırken, binanın her iki tarafına yerleştirilmiş koltuklar ve cam masalar ile bir bekleme bölümü oluşturulmuştu.

Binanın üst katları ofislere ayrılmıştı. Her bir ofisin önüne yerleştirilmiş çiçekler ve küçük ağaçlar, cam korkuluklar sayesinde rahatça gözüküyordu. Yerden tavana kadar yerleştirilmiş yeşil ve siyah mermerler günün her saati değişen güneş açısı ile farklı ışık oyunları sergiliyordu. Giriş katında bulunan ana salona iki bina arasında kalan açık bir alan hissi verilmişti.

Elindeki çantayı kontrol noktasındaki cihaza bırakan takım elbiseli bir adam, x-ray cihazından geçti ve ana salonun tam ortasına doğru yürüdü. Bir kaç dakika sonra uzun boylu ve iri yarı başka bir adam kontrol noktasına geldi. Ceplerinde bulunanları uzatılan beyaz kutuya bıraktı ve cihazdan geçti. Cihaz ötmeye başladı. Adam özür dilercesine elini kaldırdı ve belindeki silahı görevliye teslim etti. Kontrolden, bu sefer herhangi bir ses çıkmadan geçti. Bıraktıklarını beyaz plastik kutudan, silahını güvenlik görevlisinden aldı. Kendisinden hemen önce giren adamın yanına yürüdü ve ona selam verdi. O sırada başka bir adam güvenlik kontrolünden geçti. Diğer ikisinin yanına gelerek kibarca ellerini sıktı. 

"Patron katılacak mı?" diye sordu gelir gelmez.
"Bilmiyoruz." diye cevap verdi uzun boylu olan adam.
"Bilgiler Şakacı'da. Toplantıyı o talep etti."
"Evet, haklısınız ve her zamanki gibi geç kaldı."

Üç adamda gülümsediği sırada otomatik kapı iki yana açıldı. Lacivert takım elbise içerisine beyaz gömlek giymiş, üzerine takımı ile hemen hemen aynı renk lacivert bir kravat takmış olan Şakacı kapıdan içeri girdi. Kafasının üstünde fazla olmayan saçlarının yan taraflarda kalanları ise her geçen gün daha çok beyazlıyor gibi gözüküyordu. Kapıdan girdikten hemen sonra elini kafasına götürerek, önce rüzgarda dağılmış olan saçlarını, ardından gözlüğünü düzeltti. Kapıda bulunan güvenlik görevlilerine selam verdikten sonra x-ray cihazından geçmeden, çevresinden dolaşarak ana salona girdi. Salonun ortasında duran üç adama yaklaştığında, adımlarını yavaşlattı.

"İsterseniz hemen ofisime geçelim beyler."

Üç adam neredeyse aynı anda kafalarını tamam anlamında salladıktan sonra Şakacı'nın peşi sıra yürümeye başladılar. Şakacı, merdivenlerin yanından arka tarafa geçerek iç avluya açılan kapıya yöneldi. Parmak izini kapının yanındaki sensöre okuttuktan sonra kapı açıldı. Adamlar birbirlerinin peşi sıra kapıdan dışarı çıktı.

İç avlunun, yürüyüş yolları dışında kalan her yeri yeşil çimler ile kaplıydı. Etrafta irili ufaklı süs havuzları, onların etrafında çeşit çeşit renkte çiçekler vardı. Avlunun tam ortasında yer alan büyük havuzdan sular bir kaç kat yükseliyor, şekil değiştiriyor ardından kesiliyordu. Benzerlerine Avrupa'nın büyük şehirlerinde rastlanabilecek su gösterisi bütün ihtişamıyla her beş dakikada bir tekrarlanıyordu. Yeşilliklerin ve süs havuzlarının her iki yanında büyük binalar yükseliyor, onları birbirine bağlayan daha kısa bir bina ile bulundukları yer iç avlu özelliği kazanıyordu.

İç avlunun sağında ve solunda yer alan binalar her geleni etkileyecek mimari yapılardı. Ana binada kullanılan sütunlar burada da kendilerini gösteriyor, yapıldıkları granit ve mermerlerin etkisi ile ışıl ışıl parlıyordu. Sütunların çatı ile birleştiği noktalarda altın rengi süslemeler, çeşitli taş oymaları kullanılmıştı. Binaların hepsinde taş işçiliği göz alıcı derecede muazzamdı.

Şakacı, sağ tarafında kalan binaya yöneldi, adamlarda arkasından. Büyüklüğünden binanın ana kapısı olduğu anlaşılan bölümün önünde durdu ve işaret parmağını kapının yanındaki cihaza uzattı. Bir kaç saniye içinde dijital bir ses ile birlikte yeşil bir ışık belirdi göstergede ve hemen arkasından kapının açıldığını belli eden bir tıklama sesi duyuldu. Şakacı, kapıyı açtı ve adamlara geçmeleri için işaret etti. Üç adam da içeri girdikten sonra Şakacı de binanın içindeydi. Kapı otomatik olarak kapandı ve kilitlendi.

Girdikleri salonun tam ortasında geniş mermer bir merdiven hemen göze çarpıyordu. Üst kattan aşağıya sağ ve sol olmak üzere iki ayrı merdiven dönerek yarım kat aşağıya iniyor ve tam ortada tek bir merdiven olarak giriş katına ulaşıyordu. Şakacı ile birlikte gelen adamlar bu bölüme ilk defa girmişlerdi. Adamlarda iki tanesi etrafı incelerken, iri yarı olan sadece onlara yol gösteren kişiyi takip ediyordu. Merdivenlerin yanından geçtiler ve doğruca asansöre yöneldiler. Asansörün kapılarıda parmak izi taraması ile açıldı. Asansör sessizce dördüncü kata çıktı. Küçük bir bekleme salonunun önünden geçtiler ve bir koridora girdiler. Koridorun iki tarafında da kapılar vardı ancak hiç birisinin üzerinde bir işaret yada isim yoktu. Sadece birbirinin aynısı kapılar. Koridoru yürüyerek geçerlerken iri yarı adam kapıları sayıyordu. Beşinci kapı, koridorun sağı diye işaretledi önünde durdukları kapıyı. Şakacı, bir şifre kombinasyonu ve parmak izi ile kapıyı açtı. Bu sefer kendisi önden girdi ve odanın penceresinin hemen önüne konulmuş olan ahşap masasına oturdu. Adamlar masanın hemen önünde yer alan koltuklara yerleştiler.

"İyi günler beyler. Sizleri bir görev için buraya çağırdığımı herhalde anlamışsınızdır. Bu sefer mümkün olduğunca gizli olmalı ve kimseyi şüphelendirmemeliyiz."

Adamların hepsi anladıklarını belli edecek şekilde kafalarını salladılar.

"Bu operasyonda her türlü desteği size sağlayacağımızdan emin olabilirsiniz."

Aniden çalan telefonun tiz sesi ile Şakacı gözlerini adamlardan ayırıp telefonun ekranına çevirdi. Masasının üzerindeki bilgisayarda bir kaç ışık yanıp sönmeye başladı. Işıklar, karşı tarafın özel olarak şifrelenmiş ve bir kaç yönlendiriciden geçtikten sonra oraya ulaşan bir telefondan aranıldığını gösteriyordu. Bilgisayara bağlı telefonu eline aldı ve açtı.

"Dinliyorum." dedi. Bir süre sessizlik oldu. Telefonun diğer ucundaki konuşmaya devam etti.
"Tamam, anlaşıldı." diye karşılık verdi Şakacı ve telefonu kapattı.
"Patron bir kaç gün içerisinde İtalya'dan dönecek. Bu arada bizim işimizi halletmiş olmamız gerekiyor."

Ahşap masanın çekmecelerinden bir tanesini açtı ve içerisinden üç zarf çıkardı. Zarfları rastgele olarak adamlara dağıttı. Masanın yanındaki bir tuşa bastı ve odanın içerisindeki sinyal bozucuyu aktif hale getirdi.

"Birinci kural beyler, listelerinizde bulunan kişileri kesinlikle öldürmek yok. Mümkünse hiç zarar verilmeden buraya getirilecekler."
"Anlaşıldı." dedi adamlardan bir tanesi.
"Size verdiğim zarflarda isimler dahil tüm bilgiler mevcut. Listedekilerin hepsi aynı yıl dünyaya gelen evlatlıklardır. Bir çoğu normal hayatlarında da problemli tipler. Ortadan kaybolduklarında arayan soran olmayacağını düşünüyoruz. Bir sorunla karşılaşırsanız benimle temasa geçebileceğiniz özel bir hat ayrıca zarfların içerisinde yer alıyor. Bu konu ile ilgili normal iletişim yollarına cevap vermeyeceğimi bilmenizi isterim."
"Peki ya polis?" diye sordu koltukta oturan iri yarı adam.
"Merak etmeyin. Bir aksilik olursa adamlarımız devreye girecektir."

Adamlar ellerindeki zarfları açmaya başladılar. Zarfların içerisinde en ucuzundan birer cep telefonu, isimler, adresler, bir kaç temel bilgi ve hedeflerin birer fotoğrafı vardı.

"Şimdi bunların hepsi evlatlık mı?"
"Evet ve gerçek anne babaları ile ilgili elimizde hiç bilgi yok. Nerede doğmuşlar, nasıl doğmuşlar bilmiyoruz. Hepsi bir kaç günlük iken sokaklarda bulunmuş."
"Patron niye bunları istiyor ki?" diye sordu adamlardan bir tanesi.
"Bilmeniz gerektiği kadarını söyledim." dedi Şakacı. Ses tonu değişmiş, sertleşmişti. "Daha fazla soru soracaksanız görevi başka bir ekibe verebilirim."
"Hayır efendim. Başka sorum yok."
"O zaman operasyon başlamıştır, tam üç gününüz var. Kapının önündeki beyefendi sizlere çıkışa kadar eşlik edecek." dedi Şakacı.

Adamlar ayağa kalktılar ve odadan çıktılar.  "Ona niye şakacı diyorlar ki?" diye sordu bir tanesi. "Belki de hiç şaka yapmadığı içindir." diye cevapladı uzun boylu iri yarı olan.

Şakacı, odasındakiler dışarı çıktıktan sonra bir süre bekledi. Doğru ekipleri görevlendirdiğini düşünüyordu. Bir aksilik olması için hiç bir sebep yoktu. Kolay hedefler, kolay görev. Patronu sinirlendirecek bir olay olmayacağından emindi.

Masasındaki telefona uzandı. Sadece bir tuşa basarak bina içi odalardan bir tanesine bağlandı.
"Odaları ve laboratuvarı hazır hale getirsinler." dedi ve kapattı.

Arka tarafında bulunan kilitli dolabı açtı. İçinden bir bardak ve bir şişe viski çıkardı. Şişeden bir parmak kadar bardağına boşalttı. Tek seferde bardağı içti. Tekrar telefona uzandı. Bilgisayarda bir kaç tuşa bastı. Bilgisayarda bir kaç ışık yanıp söndü. Şifreleme sistemi ve yönlendiriciler çalıştı. Telefon henüz yeni çalmaya başlamıştı ki, karşı taraf telefonu açtı.

"Efendim. Evlatlık Operasyonu başladı." dedi Şakacı ve telefonu kapattı.






0 yorum:

Yorum Gönder