“Ne demek yetersiz saklama alanı,” diye bağırdı Yıldırım
Bey. Telefonu tutan eli uyguladığı kuvvetten kırmızıya dönmüştü.
“Anlamıyorum. Daha geçen gün yeni hafıza kartlarını sisteme
bağladık. Kaç eksabit aldığımızı hatırlamıyorum bile. Bana bunların birkaç yıl
yeteceğini söylemiştiniz.”
İri adam sağ yumruğunu sertçe masaya vurdu.
“Bana Yıldırım Bey deme. O kadar müşterimiz olmadı ki, üç
günde hafızaları dolduralım. Bir an önce detaylı bir rapor istiyorum. Bütün
ekibi topla.”
Telefonu kırarcasına kapattı. Henüz bir saat önce ülkenin en
zenginlerinden bir tanesi ile özel bir toplantı yapmış. En güvenilir
sistemlerin kendilerinde olduğunu, sonsuza dek bilgileri saklayabileceklerini
söylemişti. Adam ile anlaştığı rakam, bir sene boyunca şirketin tüm
masraflarını karşılayabilecek boyuttaydı. Eğer az önce olanların önüne geçemez
ve basın bunu duyarsa tüm anlaşma çöpe gidebilirdi.
Odasında tur atmaya başladı. Sinirden dudaklarını ısırıyor,
sorunu nasıl atlatacaklarını düşünmeye çalışıyordu. Çelimsiz sekreter odanın
kapısını çalmadan içeri daldı.
“Efendim, tüm ekip hazır. Sizi bekliyorlar.”
“Birazdan geliyorum.”
Odasında bulunan büyük kütüphanenin yanındaki kapıdan
kendisine özel olarak yapılmış bölüme girdi. Elini yüzünü yıkadı. Derin bir nefes
aldı. Bunu da atlatabiliriz dedi kendi kendine.
Yıldırım Bey, toplantı salonuna girdiğinde teknisyenlerden
bir tanesi makineleri dev ekrana bağlıyordu. Güvenlik uzmanları, donanım
sorumlusu ve yazılım sorumlusu masanın etrafında hararetli bir tartışmaya
girmişlerdi. Patronun gelişi ile gürültü kesildi. Hepsi birer sandalye bulup
oturdular.
“Anlatın bakalım sorunumuz tam olarak nedir?”
Söze önce donanım sorumlusu başladı.
“Yıldırım Bey, son taktığımız kartlar dolmaya başladı.”
“Az önce satış departmanından gelen raporlara bakıyordum. Üç
günde toplam altı yüz müşterimiz olmuş. Bunların yarısından fazlası orta veya
düşük gelirli kişiler. Sizlerin yaptığı hesaplamaya göre son üç günde
eklediğimiz kartların bize en az yüz bin kişilik yer sağlaması gerekiyordu. Bu
da en kötü ihtimalle bir sene yetecekti.”
“Haklısınız efendim. Hesaplamalar doğru. Ama beklenmedik bir
şeyler oluyor. Ekrana bakmanızı istiyorum.”
Genç adam bilgisayarından ekrana karelerle dolu bir görüntü
yansıttı.
“Burada görmüş olduğunuz her bir beyaz kare boş alanları,
kırmızı kareler dolu alanları ve yeşil kareler işlem yapılanları gösteriyor.”
İri adam ekrana baktı. Bir sürü kırmızı kare ve çok az
miktarda beyaz vardı. Birkaç saniye içerisinde bir tanesi yeşile döndü.
“Şu anda bir işlem yapıyor muyuz?”
“İşin garibi bu efendim. Şu an tüm işlemleri beklemeye
aldık. Hiçbir şey yapmıyoruz.”
“Bir virüs olabilir mi?”
Güvenlik uzmanlarından zayıf olan ayağa kalktı.
“Bu imkansız efendim. Dünden beri tüm alanları taradık.
Sorunun başladığı günden bugüne kadar geçen süre içerisinde çevrimiçi tüm
hareketleri inceledik ancak virüs veya benzeri bir şeye rastlamadık.”
Yıldırım Bey, gözlerini yazılım sorumlusuna çevirdi. Genç
kadın önce bir etrafına bakındı, ardından boğazına takılan bir şeyi
temizlercesine sesler çıkardı.
“Yazılımsal bir sorun olduğunu düşünmüyoruz. Test ortamında
benzer bir sorun ile karşılaşmadık. Yükleme yapılmadığı sürece Siber Cennet
uygulaması sabit kalıyor. Yeni bir müşteri bağlandığında hareket oluyor o
kadar.”
“Baylar ve hanımefendi, bildiğiniz üzere ölen birini en
fazla üç gün morglarımızda tutabiliriz. O üç gün içerisinde güzel bir anı
bulamazsak ve sisteme yükleyemezsek hem kişiyi hem de parasını iade etmek
zorunda kalırız. Bu ne kadar zarar demek haberiniz var mı? Bir an önce bu sorunun
çözülmesini istiyorum. Yoksa bir aya kalmaz hepimiz işsiz kalırız.”
Tüm çalışanlarına baktı. Elinin tersiyle alnındaki teri
sildi ve derin bir nefes aldı.
“Şimdi sizden bir çözüm, bir öneri bekliyorum.”
“Aslında benim bir fikrim var, efendim,” dedi genç kadın.
“Seni dinliyorum Mira.”
“Bildiğiniz üzere Ar-Ge ekibimizle birlikte deneysel bir şey
üzerinde çalışıyoruz. Yaşayan kişilerin istedikleri zaman sisteme entegre olup,
kayıplarını izleyebilmeleri ile ilgili.”
“Evet. Henüz tam verim alamadığımız bir çalışma. Ama
başarılı olursak çok iyi bir getirisi olacak. İnsanlar kurduğumuz merkezlere
gidip yakınlarını ziyaret edebilecekler. Onları yanlarındaymış gibi
izleyebilecekler.”
Genç kadın oturduğu yerde kıpırdandı.
“Eğer bu teknolojiyi kullanarak hiç işlem yapmadığımız halde
yeşile dönen bölgelerden birinin yakınlarına gitmeyi başarabilirsek sorunu da
anlayabiliriz.”
“Sorunu anlarsak çözümü de buluruz,” diye tamamladı Yıldırım
Bey. “Daha ne bekliyorsunuz bir an önce uygulamaya başlayalım.”
Masanın etrafında oturan herkes birbirine baktı. Şişman ve
daha tecrübeli olan güvenlik uzmanı elini kaldırdı ve söze girdi.
“Efendim, bu deneysel bir çalışma sadece test ortamında
denedik ve orası gerçeğinin milyonda biri kadar bir yer.”
“Sadece küçük ölçekli bir modelde çalıştınız ama bağlantı
başarılı olmuştu hatırladığım kadarıyla. Ayrıca kullanıcı açısından bir sorun
yaşanmamıştı.”
“Orası öyle ama…”
“Aması yok.” Yıldırım Bey’in sesi yükselmişti. “Ya batacağız
ya çıkacağız.”
Toplantı salonu sessizliğe gömüldü.
“Efendim, bu işi kim yapacak?”
“Testlerde kimler yer aldı?”
Zayıf güvenlik uzmanı ile Mira ellerini kaldırdı.
“O zaman ikinizden birisi girecek içeri. Gönüllü olan var
mı?”
Güvenlik uzmanı ile genç kadın göz göze geldiler.
“Ben,” dedi Mira. “Ben yaparım.”
Birkaç saat sonra test odası insanlarla dolmuştu. Herkes bir
şeyler ile uğraşıyor, etrafta koşturuyordu. Kimse bir kenarda sessizce oturan
sarı saçlı güzel kadın ile ilgilenmiyor gibi gözüküyordu. Mira’nın gözleri
dalmış, sabit bir şekilde ekrana bakıyordu.
“Hazır mısın?” diye sordu beyaz önlüklü bir adam. Bir süre
sessizlik oldu.
“Hazırım.”
Genç ve zayıf olan güvenlik uzmanı yanlarına geldi.
“Söylediklerimi unutma. Anılara müdahale etmek yok. Onlar
seni bir anlığına görecekler ama anılarının bir parçası olmadığın için
umursamayacaklar. O noktalarda seni görebiliriz ama duyamayız. Bir sorunun
olursa görsel olarak anlatmaya çalış.”
“Anladım.”
“Ayrıca her anı değiştirdiğinde beş ile on saniye arasında
bağlantıyı kaybedeceğiz. Çok hızlı şekilde bir kişinin anısından diğerine
geçmemeye çalış.”
“Çalışırım.”
“Merak etme. Sana bir şey olmayacak. Sorunu bul ve bize geri
dön.”
“Her şey hazır,” diye bağırdı bir kişi.
Mira, yavaş adımlarla odanın ortasındaki yatağa yaklaştı.
“Yardım etmemi ister misin?”
“Teşekkür ederim. Kendim hallederim,” diye cevap verdi
karşısında dikilen güvenlik uzmanına.
Tam olarak 23 tane küçük elektrot, bir tür jel yardımı ile
Mira’nın kafasına bağlandı. Beyninin elektriksel aktivitelerini yanda bulunan
ekranda görebiliyordu. Beyaz önlüklü bir doktor yanına yaklaştı.
“Şimdi senden beş defa gözlerini kapatıp açmanı istiyorum.”
Mira, söyleneni yaptı.
“Derin nefes al.”
“Beni ilk olarak nereye göndereceksiniz?” diye sordu genç
kadın.
“Geçen ay ölen ünlü iş adamı Erol Aslan’ın anısına. Yeşile
dönen bölgelere en yakın yer orası.”
“Tamam, anladım.”
Önüne geçen doktor elinde tuttuğu küçük feneri Mira’nın
gözlerine tuttu.
“Hazırsan başlayalım.”
“Hazırım,” dedi genç kadın ve gözlerini kapadı.
Mira, lüks bir restoranda oturuyordu. Cam kenarındaki masada
Erol Aslan keyifle yemeğini yiyordu. Mutluluğu tüm yüzüne yansımıştı. Bir
garson, adamın önündeki boş tabağı alıp yerine dolu bir tane bırakıyordu. O kadar zengin ama
en mutlu olduğu anısı yemek yemek diye düşündü.
Oturduğu yerden kalktı ve adamın yanına gitti. Hiçbir şey
söylemeden sadece gözlerine baktı. Ekiptekilerin onu görmüş olmasını umuyordu.
İş adamı bir an yemeği bırakıp kafasını Mira’ya çevirdi. Genç kadın daha fazla
durmadan yanından ayrıldı. Restoranın kapısını açtı.
Şimdi bir saunanın içerisindeydi. Sıcaklığı
hissedebiliyordu. Dumanların arasında Erol Bey belli belirsiz görülebiliyordu.
Kahkahalar ile gülüyordu. Mira, daha önce görmüştü. Ölmeden önce katıldığı bir
televizyon programında bu ünlü adam aynı o şekilde kahkaha atmıştı.
Hızlı adımlarla yürüyerek adamın önünden geçti. Umarım takip
edebiliyorlardır diye düşündü. Saunanın diğer ucundaki kapıyı açtı ve kendisini
bir ofis odasında buldu. Zengin adam bu sefer masasında oturmuş bir şeyler
imzalıyordu. Erol Aslan’ın ne kadar çok saklama alanı satın almış olduğunu yeni
anlıyordu. Bu tarz insanlar satın aldıkları miktarı her zaman gizli tutarlardı.
O da istisna değildi.
Masanın yanına gitti. Adam kafasını kağıtlardan kaldırıp
Mira’ya baktı. Hiç duraksamadan diğer kapıdan dışarı çıktı genç kadın. Şimdi
bir sokaktaydı. Yürümeye ve etrafı incelemeye başladı. Tanıdığı bir yere
benziyordu ama çıkartamıyordu. Az ileride bir otobüs durağı gördü. Bol paça
pantolon giymiş bir kız bekliyordu. Hemen karşısında ona doğru yürüyen bir genç
adam. Belki ilk kız arkadaşını gördüğü o mutlu hatıra veya kızın ileride eşi
olacak bir adamla tanışma anı. Onların mutlu zamanları. Belki de satın
alabildikleri tek hafıza alanını bu olay kaplıyordu.
Mira, çocuğun önünden geçti. Dışarıdakilerin yerini tespit
etmiş olmalarını umuyordu. Hemen ileride bir adam tekerlekli sandalyesinden
ayağa kalktı ve koşmaya başladı. Üzerinde çöpçü kıyafetleri olan başka bir adam
çimlere uzandı. Birbirine yakın saklama alanlarını satın almış bir sürü insan.
En azından hepsi mutluydu.
Genç kadın etrafına bakındı. Sokağın tam ortasında bir kapı
duruyordu. Bütün düzeni bozan, orada olmaması gereken bir kapı. Yerini belli
etmek için kapının yanında duran adama yöneldi. Üzerinde mahkum kıyafeti olan
birisi öylece dikiliyordu. Onunla göz göze geldi. Adam şaşırdı.
“Sen buraya ait değilsin,” dedi Mira’ya ve kapıyı açıp diğer
tarafa geçti. Genç kadın şaşırmıştı. Olmaması gereken bir şey olmuştu. Birisi
onu fark etmişti. Birisinin hatırasını bozuyordu. Vakit kaybetmeden aynı
yerden o da geçti.
Bir savaş alanının ortasındaydı. Her şey yerle bir oluyordu.
Mahkum kıyafeti giymiş adam patlamaların arasında koşturuyordu. Bu nasıl bir
hatıra dedi kendi kendine Mira. Adamı takip etmeye çalıştı. Etraf
kalabalıklaşmıştı. Bir hatıra bölgesinde olması gerekenden çok daha fazla insan
etrafta dolaşıyordu. Yaşlı bir kadın, önüne gelen herkese sarılıyor, bir çocuk
elindeki balonlarla hoplaya zıplaya koşuyordu.
Sistemde yaşanan terslik tam olarak buydu, tam önündeydi.
Hatıralar iç içe geçmişti. Küçücük bir alan kaplaması gereken kişiler,
hatıralar etrafa yayılıyordu.
“Nasıl? Bu nasıl oldu böyle?”
Mahkum kıyafeti giymiş adam üstü açık bir spor otomobille
Mira’nın üzerine doğru geliyordu. Son anda sergilediği refleks ile kendisini
kenara attı. Adam arabada ayağa kalktı ve bağırdı.
“İsyan. Şimdi isyan zamanıdır. Zengin her yerde zengin,
fakir her yerde fakir olamaz. Bu düzen değişecek.”
Mira, etrafa bakındı. Her tarafta kapılar ortaya çıkıyordu.
Savaş alanına dönmüş olan meydanda bulunan insanlar rastgele kapılara girip çıkıyor.
Kendilerine ait olmayan bölgelere giriyorlardı. Kimin nereye, neyin kime ait
olduğu belli değildi artık.
Hatıralar iç içe geçiyor, alt seviyedekiler üst
taraftakileri yıkıyordu. Mira, şimdi anlamıştı. Kimse kendisi için sınırlanan
bölgede kalmamıştı. Herkes daha fazlasını istiyordu. Hafıza bölgeleri ele
geçiriliyordu. Bir şekilde haber vermeliydi. Bozulan bölümlerin kesinlikle
silinmesi gerekiyordu. Yoksa bütün sistem çökecekti.
“Beni çıkarın artık. Sorunu buldum,” diye bağırdı. “Hayır,
hayır. Beni duyamazlar.”
Kimin hafıza alanındaydı? Dışarıdakiler nereye bakacaklarını
biliyorlar mıydı? Etrafta yazacak bir şeyler aradı. Birilerinin gözüne sokup
gösterebileceği…
Geldiği kapıdan dışarı çıktı. Aynı sokaktaydı. Ama bu sefer
kalabalıklaşmıştı. Yer sallanıyor, binalar yıkılıyor, sistem çöküyordu. Mahkum,
spor arabasıyla Mira’nın önünde durdu. Onu görebiliyor olmaları gerekiyordu. El
sallamaya başladı. İki elini yanlara açıp kapatarak bitirin işareti vermeye
çalıştı.
“Sen buraya ait değilsin,” dedi mahkum.
“Hayır, hayır. Ben sadece yardımcı olmaya çalışıyorum.”
“Yardıma ihtiyacımız olduğunu nereden çıkardın?” dedi ve
güldü mahkum. “Bence senin yardıma ihtiyacın olacak.” Eliyle yan tarafı işaret
etti. Ucu bucağı gözükmeyen bir insan seli üzerine doğru geliyordu.
“Çıkarın onu oradan,” diye bağırdı güvenlik sorumlusu. “Son
görüntüyü gördünüz.”
“Beyin sinyalleri çok azaldı,” dedi doktor. “Şimdi
çıkarırsak ne ile karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Sinyallerin tam olması şart.”
“Yüzlerce müşteriden Mira’nın görüntüsünü almaya başladık.
Son yaptığı işaretleri gördünüz.”
“Çok riskli. Sinyallerin normale dönmesini beklemeliyiz.”
Odanın her tarafını alarm sinyalleri kapladı. Kırmızı
ışıklar yanıp sönüyor, her saniye kulakları sağır eden bir ses tekrarlıyordu.
“Her şey çökmek üzere,” dedi güvenlik sorumlusu. “Bir şeyler
yapmalıyız.”
Bir an sessizlik oldu. Işıklar ve sesler normale döndü.
Ekranlarda bir yazı belirdi.
“Yetersiz Saklama Alanı. Otomatik silme işlemi başlatmak
ister misiniz?”