Değişimlerin başlamasının üzerinden yaklaşık üç ay geçti. İlk belirtileri hiç önemsememiştim o zamanlar. Tam iki gün süren damağımdaki müthiş ağrıyı hala hatırlıyorum. Takip eden günlerde gelen şişkinlik bile diş doktorundan korktuğum kadar beni korkutmamıştı. Geçeceğini umarak hayatıma devam edebilirdim.

Eskimiş telefonlar, televizyonlar ve bir sürü elektronik parçadan oluşan tepenin üzerinde yeşermeyi başarmış bir ağacın tam altında duruyordu. Eski bir karton kutudan kopardığı parçaya bir daha baktı. Şapkayı andıran motosiklet kaskını çıkardı ve eskiden suyun içinde işe yarayan siyah yüzücü gözlüğünü kafasının üstünde duracak şekilde yukarı kaldırdı. Kaskının kenarına bantladığı kalemi aldı ve bulunduğu yeri işaretledi. Artık eskisi kadar parlamayan güneşin zayıf ışınları yerdeki metal ve plastik yığınından yansıyarak göz alıcı bir hal alıyordu. Zaman kaybetmeden yüzücü gözlüğünü tekrar gözlerine yerleştirdi.

Sabahın ilk ışıkları pencereden içeri girerken gözlerini araladı. Başucunda duran telefona uzanırken gözlerini daha fazla açabilmek için çaba sarf ediyordu. Biraz daha uyumayı aklından geçirdi ama yapmaması gerektiğini biliyordu. Telefonu elinden bıraktı ve yavaşça yatağında doğruldu. Standart bir iş günü diye düşündü.

Dört duvar, bir pencere ve bir kapıdan oluşan on metrekarelik küçük bir odanın köşesinde sıkışmış ve hareketsiz duruyordu. Ne zaman oraya bırakıldığını bilen yoktu.