Sonsuz Savaş - 7


"Pek iyi görünmüyorsunuz. Siz hangi odada kalıyorsunuz?"
"413 numaralı oda."
"İsterseniz size yardımcı olayım, odanıza götüreyim."

Cenk, yaptığı hatanın farkına varmış, suratı kızarmıştı.

"Ben değil. Annem ameliyat oldu. Ben refakatçiyim."
"Bu katta olmamanız gerekiyor. Aslında içeri nasıl girebildiğinizi de anlamış değilim. Kapı kilitliydi."
"Şey, ben Mustafa'yı takip ediyordum."
"Bence biraz dinlenmelisiniz. Yorgunluktan olabilir yaşadıklarınız."

Hemşire Merve, koridordan kat sahanlığına çıkan kapıyı açtı ve Cenk'e çıkması için koluyla işaret etti. Cenk, duraksamadan kapıdan çıktı. Merve, cebinden anahtarlarını çıkardı, kapıyı kilitledi.  Ardından kapının tam olarak kapandığından emin olmak için kapıyı bir kaç kez ittirip tekrar kendisine çekti.

"Tamam. Yine kilitli."

Merve ve Cenk birlikte merdivenleri çıktılar. Sahanlığın hemen karşısında bulunan danışma masasının arkası aynı zamanda hemşire odası olarak kullanılıyordu. Merve, odaya yöneldi. Cenk'de koridorun sağ tarafına.

"Birazdan annenizi kontrole gelirim. İsterseniz rahat uyuyabilmeniz için size de bir şeyler getirebilirim." dedi Merve.
"Teşekkür ederim. İlaçlar ile aram pek iyi değildir."
"Siz bilirsiniz."

Cenk, odaya girdi. Annesi yatağında, sırtındaki yastıklar sayesinde biraz daha oturur vaziyete geçmiş, boş gözler ile pencereden dışarı bakıyordu.

"Anne." diye seslendi Cenk. Sabahki durumuna göre daha iyi gözüküyordu.
"Mustafa ameliyat olmuş biliyor muydun?"

Annesi, hiç konuşmadan sadece omuzlarını havaya kaldırdı. Camdan dışarı bakmaya devam ediyor, neredeyse hiç tepki vermiyordu.

"Anne, ben kimim?" diye sordu Cenk ümitsizce. Kadın kafasını oğluna doğru çevirdi. Gözleri oğlunun üzerinde gezdi. Cenk, durumdan hiç hoşlanmamıştı. Tanıdığı kişinin bakışları değildi üzerinde dolaşanlar.
"Cenk" dedi kadın. "Eve gidelim artık."
"Daha değil anne, tam olarak iyileşmen gerek."

Odanın kapısı çalındı, hemen ardından içeri hemşire Merve girdi.

"İyi geceler. Bu akşam nasılız bakalım Serap Hanım?"

Kadın, kafasını çevirdi ve bu sefer de hemşireyi süzdü. Sadece iyi kelimesi çıktı ağzından. Hemşire vakit kaybetmeden makineleri ve serumları kontrol etti.
"Refakatçiniz kim Serap Hanım?"
"Cenk, oğlum."
Hemşire yanında duran Cenk'e döndü. Cenk, annesinin verdiği cevabı onaylarcasına kafasını salladı.
"Her şey normal gözüküyor. Şimdi bir iğne yapacağım ve bütün gece bebek gibi uyuyacaksınız."
"Şey, yaşadıklarımız normal mi? Bazen beni tanımıyor bile." diye araya girdi Cenk.
"Geçirdiği ameliyattan sonra çok normal." dedi hemşire. "Size de yardım teklifim hala geçerli."
"Teşekkür ederim, Merve Hanım. İlaç almaktansa bir kahveyi tercih ederim."
"Otomat kahvesinden sıkıldıysanız eğer, hemşire odasında güzel kahvemiz var. Bir bardak ikram edebilirim Cenk Bey."
"Teşekkür ederim.  Annem uykuya daldıktan sonra uğrayıp, bir bardak alabilirim."
"Rica ederim, bende diğer odaları kontrol edeceğim."

Hemşire tekrar yatağında oturan kadına döndü ve yüksek sesle "İyi geceler Serap Hanım." dedi. O, odadan çıktıktan sonra Cenk, annesini yatar pozisyona getirdi. Yanı başındaki koltuğa oturdu.
"Anne, ben senin çocuğunum değil mi? Beni sen doğurdun."
Annesi boş gözlerle Cenk'in suratına baktı. Ardından gülümsedi.
"Tabii benim çocuğumsun. Küçücük bir bebektin, seni o ulu ağacın altında bulduğumuzda."
"Anne." dedi tekrardan Cenk. Kadının gözleri yavaş yavaş kapanıyor, dudakları kıpırdıyor ama ses çıkmıyordu. "Anne." diye seslendi tekrar ama kadın uykuya dalmıştı bile. Cenk bir süre daha yanında bekledi. Derin uykuya daldığından emin olduktan sonra odadan çıktı. Koridorda bir ileri bir geri yürümeye başladı. Daha önce katta gördüğü bir kaç refakatçiye selam verdi. Danışma masasının önüne geldiğinde hemşire Merve'nin kahve teklifini düşündü. İçeri girip girmemekte kararsız kaldı. Bir adım daha masanın yanına attı, sonra vazgeçti ve koridorda yürümeye devam etti. Odalardan bir tanesinin kapısı açıldı. Hemşire ile göz göze geldiler.
"Kahve teklifim hala geçerli." dedi Merve.
"Peki, o zaman bir kahve içerim."

Birlikte hemşire odasına yürüdüler. Kapıdan içeri önce Merve ardından Cenk girdi. İçeride oturan diğer hemşireler Merve'ye selam verdiler. Ardından giren Cenk'i gördüler.
"İyi nöbetler." dedi Cenk.
"Bu 413 numara Serap Hanım'ın refakatçisi Cenk Bey." dedi Merve.
"Evet. Daha önce görmüştük." diye karşılık verdi hemşirelerden bir tanesi.
"Ne içersiniz? Türk kahvesi, nescafe?"
"Zahmet olmazsa bir türk kahvesi alayım."
"Tabii."

Cenk, hemşirelerin hınzırca gülümsediğini gördü. Sonra sessizce kendi aralarında bir şeyler konuşmaya başladılar. Cenk, odada kendini rahatsız hissetmişti.

"Kahveler hazır." dedi Merve hemşire.
"Şey, teşekkür ederim. Ben dışarıda içebilirim."
"Siz bilirsiniz. Dışarıda içebiliriz. Arkadaşlar, ben kontrolleri yaptım, bir kahve içip geliyorum."

Oda da oturan diğer hemşireler Merve'ye gülümseyip, el salladılar. Cenk ve Merve kahvelerini alıp odadan çıktılar. Merve asansörü çağırdı.

"Normalde binmem ama." dedi Cenk.
"Elimizde kahve ile dört kat inmekten iyidir." diye karşılık verdi Merve.

Birlikte giriş katına indiler ve binanın dışına çıktılar. Kapı önündeki banka oturdular. Cenk, diğer bankta oturan yaşlı adamı son anda fark etti.
"İyi akşamlar, Bakay Bey."
"İyi akşamlar, Cenk evladım."
"Herkesi tanımaya başlamışsınız." dedi Merve.
"Evet, burada ne kadar çok kalırsan, o kadar çok kişi tanıyorsun sanırım."
"Öyledir. Uzun zaman burada olanlar bir aile gibi olurlar. Buradakilerin sorunlarını en iyi yine buradakiler anlar."
"Doğru dediniz."

Birlikte kahvelerini yudumladılar. Bakay Bey, oturduğu yerden kalktı ve gençlerin yanına geldi.
"Kahvenizi bitirin de sizlere fal bakayım."

Merve, sesli bir kahkaha attı. "Siz fal da mı bakıyorsunuz?"
"Niye güldünüz? Olmayacak bir şey mi?"
"Yok, ondan değil. Beklemiyordum sadece." Merve, güldüğü için biraz utanmıştı. Cenk, Merve'nin koyu kızıl kısa saçları ile aynı renge dönen yüzüne baktı. Cenk'de şaşırmıştı ama belli etmemeye çalışıyordu.
"Tabii, Bakay Bey. Benim falıma bakabilirsiniz."
"O zaman bende isterim." dedi Merve.

Bakay Bey gülümsedi. "Benim babamda değişik fallar bakardı. Onun babası da bakarmış. Hatta ona başka köylerden bir şeyler dilemeye gelirlermiş. Yağmur yağması için dua etmesini isterlermiş, farklı işler için büyü yapmasını isteyenler bile olurmuş. Nesilden nesile aktarılan bir şey herhalde."
"Olabilir" dedi Merve.

Sessizce kahvelerini içtiler. Merve ve Cenk arada sırada göz göze geliyorlar ve birbirlerine gülümsüyorlardı. Yaşlı bir adamdan fal dinlemek ilginç olacaktı. Kahvesini ilk olarak Merve bitirdi. Fincanı elinde biraz çevirdikten sonra tabağını üzerine kapadı ve ters çevirdi.
"Önce ben o zaman." dedi.
"Pekala. Soğusun da bir göz atalım falına."

Cenk'de kahvesinden son yudumu aldı ve fincanını kapattı. Bakay Bey, Cenk'e baktı.

"Kaç yaşındasın evlat?"
"Yirmi sekiz." diye yanıtladı Cenk.
"Evet. Bundan tam yirmi sekiz sene önce ilk beyin tümörü teşhisim konulmuştu. O zamanlar daha gençtim tabii. Babam bana Çanakkale Savaşı ile ilgili hikayeler anlatırdı. Orada tanıdığı genç bir adamı ve onun yaptıklarını anlatırdı. Bana inanılmaz gelirdi. Babamın biraz abarttığını düşünürdüm. Ama şimdi hep gerçekleri anlattığını biliyorum. Beni hazırladığını biliyorum."

Bakay Bey konuşmayı bıraktı ve gökyüzüne baktı. Gözleri dalmış, kafası çok uzaklara gitmiş gibiydi. Merve Cenk'e fısıldadı.
"Ameliyat olanlarda normal bir durum, görüyorsun işte."

Cenk, anladığını belli edecek şekilde kafasını salladı.

"İlk kimin falına bakıyorduk?" diye aniden söze başladı Bakay Bey.
"Benim." Merve, hızlı bir hareketle kahvesini uzattı. Bakay Bey, fincanı aldı, içinde kalan kısmı dikkatlice tabağa süzdü. Tek kaşını kaldırdı ve bardağın içine baktı.
"Sıkılmışsın." dedi. "Ama merak etme hayatın değişmek üzere."
"İyi yönde mi, kötü mü?" diye araya girdi Merve.
"Yaşayacaklarını nasıl karşılayacağına bağlı. Her fırtınanın arkasından mutlaka güneş çıkar. Kararlar vermek zorunda kalacaksın. Sana tavsiyem bu kararları verirken dikkat et. Açıkça görebildiklerin her zaman doğru seçenek olmayabilir."

Bakay Bey kahveyi kapatıp Merve'ye uzattı.

"Bu kadar mıydı?"
"Söylenmesi gerekeni söyledim. Şimdi sıra sende genç adam."

Cenk, kahvesini uzattı. Bakay Bey, ritüelini tekrarladı ve tek kaşını kaldırdı.

"Sen kendini arıyorsun evlat ve zor zamanlarda kendini bulmak daha kolaydır. Büyük kara bir bulut yaklaşıyor, bunu tehlike olarak yorumlayabiliriz. Bence çok önemli değil, önemli olan kim olduğunu bulman, kim olduğunu anlaman."

Cenk ağzı açık vaziyette dinliyordu. Daha bir kaç saat önce, gördüğünü sandığı bir çocuğun peşinden giderken duyduğu sözlere ne kadar da benziyordu. Tehlike yaklaşıyor demişti o da, anneni bul, kim olduğunu bul. Cenk sıkılmaya başlamıştı.

"Tamam. Bence bu kadar yeter. Anneni bul da diyecek misin?"

Bakay Bey'in suratında bir gülümseme oluştu.

"Tam babamın bana anlattığı gibisin. Hiç değişmiyorsun."
"Babanız mı? Babanız benden mi bahsetti? Kusura bakmayın Bakay Bey ama sizinle bile daha yeni tanıştık. Babanızı tanıdığımı hiç sanmıyorum."

Bakay Bey'in gülümsemesi büyüdü. Merve, elini Cenk'in omzuna koydu. "Tümör" diye fısıldadı kulağına doğru.  "Şaka gibi." dedi Cenk.

"Kadere inanır mısın evlat? Kaderinden kaçabileceğine inanır mısın?"
"Gerçekçi bir insanımdır. O tarz şeylere inanmam."
"Mezopotamya'da binlerce yıldır anlatılan bir hikaye biliyorum. Bu hikayenin o kadar çok versiyonu vardır ki, belki birini duymuşsundur bile."

Cenk'in bir şey söylemesine fırsat vermeden Bakay Bey, anlatmaya başladı.

"Bundan yıllar yıllar önce Bağdat'ta çok zengin bir tüccar yaşarmış. Bir gün arkadaşlarına ziyafet vermeye karar vermiş. En güvendiği ve en sevdiği yardımcısına çarşıya gitmesini, ziyafet için gerekli malzemeleri almasını istemiş. Yardımcısı çarşıya gitmiş. Daha henüz hiç bir şey almamışken içini bir korku kaplamış, ayakları titremiş, soğuğu içinde hissetmiş. Arkasını dönmüş ve yolun karşısında kendisine dikkatlice bakan Ölüm'ü görmüş. Yardımcı, Ölüm'ün kendisi için geldiğini anlamış ve hiç bir şey almadan kaçmış. Tüccar'ın yanına gitmiş. Tüccar, neden alışveriş yapmadığını sormuş. Yardımcısı olanları anlatmış. Artık orada kalamayacağını, ona bir at verirse Semerkant'a gideceğini ve bir arkadaşının evinde saklanacağını söylemiş. Tüccar isteğini kabul etmiş ve elindeki en hızlı atı yardımcısına vermiş. Yardımcısı ata atlayıp Semerkant'a sürmüş. Tüccar en iyi yardımcısını kaybettiği için sinirlenmiş ve çarşıya gitmiş. Çarşı'da bir dükkanın gölgesinde öylece dikilen Ölüm'ü bulmuş. 'Senden bir söz duymak istiyorum.' demiş.  Ölüm, tüccara dönmüş ve insanın içini titreten bir soğuklukla 'Benden ne istiyorsun ölümlü?' demiş. 'Neden yardımcı mı korkuttun? Neden onu kaçırdın? Buna hakkın yok.'
'Aslında korkutmak istememiştim. Sadece onu burada görünce şaşırdım.'
'Şaşırdın mı? Neden?'
'Çünkü onu Bağdat'ta görmeyi beklemiyordum. Onunla bu gece Semerkant'ta arkadaşının evinde buluşmamız gerekiyordu.'" *

"İşte böyle evlat. Kaderinden kaçamazsın. Kim olduğunu anladığında doğruca o kara bulutların üzerine, kaderine süreceksin atını."

*Idries Shah - Tales Of Dervishes kitabında hikayenin bir versiyonunu bulabilirsiniz.
*W. Somerset Maugham tarafından 1933 yılında tekrar düzenlenmiş bir versiyonu vardır.














0 yorum:

Yorum Gönder