Yine çalışma masasında uyuyakalmıştım. Kafamı kaldırdığımda
saat dokuza gelmek üzereydi. Biraz sonra ev sahibi kapıyı çalacaktı. Her zaman
yaptığı gibi. Gün ağarmadan bitirdiğim mektubu dikkatlice zarfa yerleştirdim.
Doğanın çağrısına karşı koyamayacak noktaya geldiğimde yerimden kalkıp tuvalete
gittim. İşimi bitirmeye fırsat bulamadan kapı çaldı.
“İhtiyar.”
Eski tip mekanik bir saat kadar dakik. Bu adamı kim kuruyor
diye düşünmeden edemedim.
“İhtiyar. Eğer öldüysen kapıyı kırıp giriyorum. Umarım
kırılacak kapının ve çağrılacak temizlikçilerin parasını bırakmışsındır.”
“Patlama be adam geldim.”
Ev sahibi genç adamın bugün de ölmediğime sevindi mi yoksa
üzüldü mü merak ediyordum. Belki hiçbir zaman öğrenemeyeceğim bir sır. Her
zaman aynı terane.
Ceketimin cebinden aldığım zarfın içini açtım. Paraları
tekrar saydıktan sonra kapatıp kapının altından fırlattım.
“Teşekkürler ihtiyar. Kenara para ayırmayı unutma. Yoksa
bizi çok masrafa sokarsın.”
Cevap vermeye tenezzül etmedim. Yapacak daha önemli işlerim
vardı. Önce bilgisayarı açtım. Ardından bütün gece üzerinde çalıştığım planları
çıkarıp masaya koydum. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi her şey tam zamanında
olmalıydı, hataya yer yoktu.
Şifre ekranı gözümün içinde parlamaya başladığında tam yirmi
üç karakterden oluşan parolamı girdim. Hemen sosyal medya hesaplarını açıp
izlemeye koyuldum. Evden çıkmadan önce Instagram’da kahvaltısını paylaşmıştı.
İş yerine giderken birkaç güncel twiti beğenmişti. Şimdi işinin başında
olmalıydı. Bir süre daha planı gözden geçirebilirdim.
Emektar M-24 keskin nişancı tüfeğim bir kenarda hazır
bekliyordu. Bir adet işaretleme lazeri, iki adet kronometre, tetik mekanizması
için birkaç küçük motor, pil ve çelik ip. Malzemeler hazırdı. Google uydu
görüntülerinden sistemi kuracağım çatıya tekrar baktım. Hedef ile arasındaki
mesafe tam 650 metreydi. Öldürücü darbe için yeterli mesafe.
Bilgisayara tekrar göz gezdirdim. Facebook’ta bir paylaşım
ve iki beğenme yapmıştı. Artık bir mesaj atmanın zamanı geldiğini düşündüm.
“Merhaba,” yazdım.
Merakla bekledim. Bir dakika, iki dakika ve sonunda on
dakika oldu. Uygulamada ona baktım. Çevrimiçi olmuştu ama mesajıma herhangi bir
cevap yazmadı. Neden bana bir şey yazmıyordu? O da ben de bu durumu hak
etmemiştik. Sanal ortam ile ilgilenmeyi bırakıp eşyaları çantama doldurdum. Ev
sahibi için biraz parayı masanın üstüne bıraktım.
Eski dostumu parçalarına ayırıp kontrol ettim. Biraz yağlama
ve bir bezle temizlik. Sevgimizi pekiştiren bir hazırlık. Son olarak tüm
parçaları özenle kutusuna yerleştirdim.
Öğle yemeği vakti gelmişti. Bir parça peynir ve büzüşmüş bir
domatesi ufak bir ekmeğin arasına koydum. Henüz ilk ısırığımı almıştım ki,
bilgisayardan bir uyarı mesajı sesi yükseldi. Swarm uygulamasında gittiği
lokantayı paylaşmıştı. Günün o saati için fazla güzel bir mekandı. Belki de bir
randevusu vardı. Bir öncekinden farklı bir mesajlaşma uygulamasından tekrar
mesaj attım.
“Afiyet olsun.”
Yine bekledim ve yine cevap alamadım. Atıştırmam bitmişti.
Hedefimin duracağı yeri inceledim. Sorunsuz bir atış olmalıydı. Her şey tam
zamanında.
Bilgisayar ekranı parladı. Birkaç yeni İnstagram fotoğrafı.
Hemen peşinden Facebook’ta bir Spotify listesi paylaşımı. Keyfi yerindeydi.
Telefonundaki gps sistemi sayesinde adım adım yürüdüğü yolu görebiliyordum. İşe
dönüyordu. Biraz kestirmenin tam zamanı.
Gözlerimi açtığımda aklım bir fikir daha gelmişti. Planın
kusursuz olması için gerekli bir malzeme daha. Eski eşyaların olduğu dolaptan
ufak bir parça patlayıcı aldım ve çantaya yerleştirdim. İş bittiğinde geriye
hiçbir iz kalmamalıydı.
Bilgisayardan yine sesler yükselmişti. Kontrol ettim. Sosyal
medya paylaşımları iş gününün sonuna doğru artıyordu. Her zaman ki gibi. Zaman
yaklaşıyordu. Son bir görev ve sonrasında özgür olacaktım.
Odanın içinde biraz yürüdüm. Kollarımı ve parmaklarımı
ısıtmak için birkaç küçük hareket yaptım. Son bir mesaj atmak için en uygun ne
zaman olabilirdi. İşten eve döndüğü, günün yorgunluğunu üzerinden atmak için
uzandığı, hayaller kurduğu, mutlu olduğu o anı yakalamalıydım. Saatimi kontrol
ettim. Çantamı sırtıma taktım ve emektar kutumu aldım. Bir miktar para ve bir
mektup tam masanın üzerinde.
Uzun süre sonra sokağa çıkmıştım. Artık kimse kimsenin
umurunda değildi. Etrafına bakmadan yürüyen yüzlerce kişi. Yakında kafalarını
asla yukarı kaldıramayacak şekilde evrimleşebilirler. Çalan telefonlar, farklı
farklı mesaj tonları, çeşitli bildirimler.
Birkaç sokak ilerledikten sonra belirlediğim apartmana
gelmiştim. Daha önce defalarca yaptığım şekilde içeri girecektim. İkinci katta
bulunan yaşlı bir kadının ziline bastım. Bir süre bekledim. Kapıya gelip
diyafona basması tam üç dakika sürüyordu.
“Kim o?” diye seslendi.
“Benim. Postacı.”
Bir,iki,üç ve dört. Demir kapı büyük bir gürültüyle açıldı.
Hızlıca içeri girdim. Yaşlı kadının katında durdum ve kapıya vurdum. Cebimden
bir zarf çıkardım. Yıllardır onu aramayan kızının ağzından yazılmış bir mektup.
Yirminci saniyede kapı açıldı. Beni gördüğüne sevinmişti.
“Çok teşekkür ederim,” dedi.
“Rica ederim efendim.”
“Sen bu sokağa dağıtım yapmaya başladığından beri kızımdan
bana güzel mektuplar geliyor. Bence önceki postacı hiç çalışmıyordu. Al bakalım
bu senin için.”
“Çok teşekkür ederim efendim. Biz maaşımızı alıyoruz. Hiç
gerek yok.”
“Lütfe, rica ediyorum.”
“Belki bir dahaki sefere.”
Son teklifimi kabul etmişti. Gülerek kapıyı kapattı. Yavaşça
apartmandaki bütün basamakları tırmanıp çatıya ulaştım. Kuzey cephesine yürüdüm
ve çantamı çıkarıp korkuluklara yasladım. Ardından emektarı kutusundan
çıkardım. Dikkatli bir şekilde bütün parçalarını birleştirdim. Durması gerektiği
yere koydum ve dürbünle hedef pencereyi kontrol ettim. Çok net gözüküyordu.
Lazer işaretleyiciyi çantadan çıkardım ve dürbünün yerine
yerleştirdim. Artık kırmızı bir ışık şeridi hedef pencereye doğru süzülüyordu.
Tetik mekanizmasını çalıştıracak elektrikli motor, pil ve çelik ipi çıkardım.
Düzeneği kurdum. Tam 30 dakikaya ayarlanmış kronometre. Sadece malzemeleri
ortadan kaldıracak olan patlayıcıyı yerleştirdim ve tetik mekanizmasına entegre
ettim. Tetik çekildikten birkaç saniye sonra burada sadece patlamanın izleri
kalacaktı.
Cebimdeki ve M-24 tüfeğine bağlanmış olan kronometreleri
aynı anda çalıştırdım. Merdivenlerden sakince indim. Birkaç sokak geri yürüdüm
ve evime girdim. Pencereyi açtım ve önüne bir sandalye koydum. Bilgisayarın
ışıkları tekrar yanıp sönmeye başladı. Sosyal medya hesaplarından anladığım
kadarıyla eve dönmüştü. Son bir mesaj yazdım.
“Elveda oğlum.”
Önce çevrimiçi oldu, ardından mesajı okuduğuna dair yeşil
ışıklar yandı. Kalan son on dakikayı bir cevap yazmasını bekleyerek geçirdim.
Kronometreyi kontrol ettim. Sandalyeme oturdum. Bir gözüm ekranda bir gözüm
geri geri akan sayılardaydı.
Artık çok az kalmıştı. Kırmızı lazer demetinin alnıma
geldiğinden emin oldum ve beklemeye başladım.
Beş, dört, üç… Ekranda bir ışık. Kıpırdamadım. Bir ve sıfır.
Tetik otomatik olarak çekildi.
Yine çalışma masasında uyuyakalmıştım. Kafamı kaldırdığımda
saat dokuza gelmek üzereydi. Biraz sonra ev sahibi kapıyı çalacaktı. Her zaman
yaptığı gibi.
0 yorum:
Yorum Gönder