Yine bir
“Falcon Günü” daha gelip çatmıştı. Koloni İstihbarat Şefi Daiki Haruto’nun da
özel günlerde çalışmak gibi bir huyu vardı ve insanlar eğlence ile iyice kafayı
bozmadan önce toplantı odasına ulaşmak
istiyordu. Hedefine varabilmesi için de kutlamaların en yoğun olduğu eski cam
kubbeli meydandan geçmesi gerekecekti.
Koloninin
ilk yıllarında yapılar yönetim modülleri ile başlamış, vadi tabanına kadar
inilmiş ve zamanla içerilere doğru genişlemişti. Tabanın ilk bölümü meydan
olarak bırakılmış ve dairesel olarak etrafına yeni birimler eklenmişti.
Hızlı adımlarla
ilerlerken “Bu kadar acil olan şey nedir acaba?” diye düşündü.
Büyük
kubbenin altı hiçbir zaman sakin olmamıştı ve şimdi de kutlamalar için
gelenlerle hıncahınç doluydu. Kalabalığın arasına girmemek için başka bir yol
aramak ümitsiz bir çabaydı. Eskiden tüm yolların Roma’ya çıkması gibi burada da
tüm yollar Hermus Meydanı’na çıkardı. Meydan tek kelimeyle görkemliydi. Üzerini
kaplayan ve özel bir alaşımdan inşa edilmiş şeffaf kubbenin kavisinin en yüksek
olduğu noktadan aşağı doğru sarkan dev ekranda günün her saatinde çeşitli
görüntüler gösterilirdi. Altlarından kayarak geçen yazılarla önemli bilgiler
orada bulunan kalabalıklara duyururdu.
Haruto
toplantıya gitmek için güney koridorunu seçmişti. Burası vadinin giriş
noktasını dik olarak kesen ve diğerlerine göre daha boş olacağını düşündüğü tek
geçişti. İşlerini yapmaya çalışan birkaç görevliye selam vererek hızlıca
yanlarından geçerken gözü tam karşısındaki ekrana takıldı. Ekranın ortasında
büyük harflerle tek bir yazı durmadan geçiyordu. Hemen ardından tüm
hoparlörlerden coşkulu bir ses duyuldu.
“Bütün
finalistler son kontrollerini yapıp meydandaki yerini alsın. Yarışmanın
başlamasına 5 dakika kaldı.”
Yankılanan
sesi büyük bir alkış bastırdı. Haruto artık neredeyse koşar adım ilerlese de
artık yarış başlamadan meydanı aşamayacağını biliyordu. Önceleri mecburiyetten
katıldığı, son üç senedir ise yakınlarına bile yaklaşmadığı kutlamaların tam
ortasında kalacaktı.
Meydana
açılan kapıya yaklaşırken derin bir nefes aldı. Babasından duyduğunu
hatırladığı tek cümleyi tekrarladı.
“Bilge bir
adam yolunu kaybetmez, cesur bir adam korkmaz.”
Sağ
başparmağını cihaza dokundurdu ve kapı bir tıslama sesi ile açıldı. Haruto,
meydandan içeri girdi. Kalabalığın içinden geçmek neredeyse imkansızdı. İlk
bulduğu boş duvara sırtını yasladı.
Finale
kalan beş genç, her sene olduğu gibi bu yıl da Aralık ayının Sol 42’sinde
Falcon-9 anısına kendi model roketlerini Hermus Meydanı’nın 120 metre
yüksekliğindeki cam alaşımı tavanına kadar yükseltecek ve önceden belirlenmiş
noktalara dikey olarak indireceklerdi. Roketini geri getirmeyi başaran herkese
çeşitli ödüller verilirdi.
“Tüm
yarışmacılar hazır mı?” anonsu ile birlikte kalabalıktan coşkulu haykırışlar
koptu.
“O zaman
başlıyoruz.”
Meydana
tam bir sessizlik hakimdi.
“Beş,
dört, üç, iki, bir ve ateşle.”
Model
roketler gürültülü bir şekilde cam tavana doğru yükselmeye başladığında yeniden
haykırışlar ve alkışlar yükseldi. Tüm roketler zirveye kadar çıkıp geri
inmişlerdi. Neredeyse hepsi işaretli noktalara konmayı başarmıştı ki, bir
tanesi birden olduğu yerde devrildi.
Olan biteni sessizce izleyen Haruto’nun yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. “Bu
sefer bir eksik” diye düşündü.
“Bay
Haruto, sizi gülerken görmek pek alışık olmadığımız bir durum.”
“Bayan
Serova, iyi akşamlar!”
“Size de.
Nasılsınız?”
“İyiyim
Bayan Serova.”
“Şu
resmiyetten bir türlü kurtulamayacaksın, değil mi Daiki?”
Yelena
Serova, koloninin biyokimya ekibinde yer alıyordu. Sarı saçları, mavi gözleri
ve uzun boyuyla fiziksel olarak benzemese de, diğer bir çok açıdan adama kız
kardeşini hatırlatıyordu. Zeki ve
cesurdu. Tuttuğunu koparan bir kadındı. Düzenli aralıklarla çıkılan Dünya
görevlerinde yer almak için de can atıyordu.
“Bir gün
gelecek ve doğduğum yere, vatanımıza gidebileceğim,” diyerek eliyle etrafı
gösterdi. “Tüm bunların geldiği yeri, kaynağı göreceğim.”
“Başaracağını
biliyorum ve bence artık seni göndermeleri gerek. Keşke her şey benim elimde
olsaydı, Yelena. Kesinlikle seni seçerdim.”
“Ah,
teşekkür ederim Daiki. Çok naziksin.” Kadın, küçük bir kız çocuğu gibi adamın
boynuna sarıldı.
“Keşke yukarıdakiler de böyle düşünse.”
“Bir gün
olacak ve umarım çok beklemezsin.”
“Ben
elimden geleni yapacağım.”
Kardeşine
benzeyen başka bir özelliği de her zaman çok konuşmasıydı.
“Şey…
Benim artık gitmem gerekiyor. Bir toplantıya çağrıldım ve kutlamalar yüzünden
epey zaman kaybettim.”
“Seni
gördüğüme sevindim, Daiki.”
“Ben de.”
Haruto
artık yavaş yavaş dağılan kalabalığın arasından aceleyle geçti. Çıktığı güney
kapısının zıt yönünde kalan ve Yönetim Merkezi’ne açılan modüle doğru ilerledi.
Dünya’da bir benzeri yapılsa neredeyse 50 katlı bir bina yüksekliğinde olan,
yamacın içine oyulmuş bölümdeki asansöre binerek en üst kata çıktı. Kapılar
inmesi için açıldığında hayranlıkla dışarı baktı. Sonsuz gibi gözüken eşsiz
kızıl kum ve taşlardan oluşan bir manzara.
Fazla
oyalanmadan toplantı salonuna geçti. İçeri girer girmez büyük dijital ekrana
doğru döndü ve hafifçe eğilerek selam verdi. Babasından hatırladığı bir saygı
hareketiydi bu.
Toplantıyı
beklerken biraz oyalanmak, biraz da rahatlamak için sıcak su makinesini
çalıştırdı. Toplantı masasının bir kenarında her zaman bulunan sentetik kahve
haplarından bir tanesini aldı ve birkaç saniye içerisinde ısınan suyun içine
attı. Muhteşem bir kahve kokusu odaya yayıldı. Bir çokları tadını sevmese de
kokusu güzeldi.
Kendisine
bir bardak aldıktan sonra dışarısını izlemek için camın kenarına geçti.
Önündeki düzlükte uzanan güneş enerjisi panellerine baktı. Uçsuz bucaksız bir
tarla gibiydi. Bittikleri noktayı görebilmek için gözleri ufuk çizgisini aradı.
Bir an sonra mavi gün batımının ardında beliren güney yıldızı Kappa Velorum’u
gördü. Haruto’ya göre evrendeki her şey olması gereken zamanda olması gerektiği
yerdeydi. Sadece insanlar bu düzeni bozuyordu. Saatini kontrol etti.
Saatler
sonra Kappa’nın doğusunda belirmeye başlayacak olan Sabah Yıldızı, nam-ı diğer
Dünya’nın bulunduğu noktaya doğru döndü ve bardağını kaldırarak kendi kendine
“orada olduğunu bilmek bile güzel eski dost” diye mırıldandı. O sırada odadaki
ekranda bir ışık belirdi.
Lemuria
ile bağlantı kurulmuştu. Jenni Korhonen
metalik gri renkli sekizgen biçimindeki odanın tam ortasında durmuş bekliyordu.
Bulunduğu bölümü tavandan yere delip geçiyormuş gibi gözüken silindirik güç
kaynağının hareketli parlak ışığı sadece kendi etrafını aydınlatıyor, odanın
içindekileri gizliyordu. Birkaç saniye içerisinde duvarlara yerleştirilmiş neon
ışıkları da yanmaya başladı. Artık genç kadının içinde bulunduğu yer griden
maviye dönüşmüştü.
“Mai, Bay
Haruto,” diyerek söze girdi Jenni. “Şimdi izleyeceğiniz görüntüyü yaklaşık 24
saat önce Dünya’daki merkez üssümüzden aldık.”
Ekranda,
önce sadece bir grilik vardı. Ardından sislerin arasında yürüyen iki kişi
belirdi. Birinin gaz maskesi taktığı açıkça belliydi, ancak diğeri kafasını da
kapattığından bir şey belli seçilemiyordu. Ekran bir an karardı ve ardından
görüntü geri geldi. Bir grup Elit askeri bir binayı kuşatıyordu. Uçangöz onlara
doğru yöneldi, durdu ve oradan hızla uzaklaştı.
“Bu
noktadan sonra yapabileceğimizin en iyisini yaptık ve uçangözü güvenli bir yere
indirdik.”
“Kim
bunlar?” diye sordu Daiki.
“Bir
tanesi bizim için önemli. Diğerini bilmiyoruz. “
“Bence
bizim için önemli olan bir insan değil, tohumlar. Halâ ambarın yerini tespit
edemedik. Belki de Elitler bizden önce buldular ve çoktan yağmaladılar.
İşlerine yaramasa bile tam onlara göre bir hareket olurdu.”
Haruto
sözlerini bitirir bitirmez odada dijital bir ses yankılandı. Tüm olan biteni
analiz eden dev makine Derin konuşmaya başlamıştı.
“Hesaplamalarıma
göre Elitler’in elinde henüz hiçbir şey yok. Ayrıca Dünya’dan gelen diğer
bilgilere göre onlar da ekranda gördüklerinin peşinde.”
Toplantı
salonunda dikilen adam bir anlam veremiyordu. İki kişi ve yıkık, eski bir bina.
“Gördüklerinden
bir tanesi çok önemli bilgilere sahip. Bizim için tohumları bulup getirebilir
ve ayrıca sahip olduğu bilgilerle burayı daha yaşanılabilir bir yer haline
getirmemize yardımcı olabilir.”
“Hiç
anlamıyorum. Peki, benden ne yapmamı istiyorsun?”
Jenni
tekrar konuşmaya başladı.
“Askeri
eğitim almış, en azından silah kullanabilen ve dünyada bulunmuş kişilerden bir
ekip oluşturmanı istiyoruz. Uçangöz’ün kaydettiği görüntülerdeki kişiler
Elitler’in eline geçmeden onlara ulaşmalı ve Ambar’ın yerini öğrenmelisiniz.
Fazla dikkat çekmemek için kargo mekikleriyle gidin.”
“Anlaşıldı,
Bayan Korhonen. Ne kadar sürem var?”
“Bir hafta
içinde Arayıcı ekibinle burada olmanı bekliyoruz. İyi şanslar, Bay Haruto.”
“Teşekkürler.”
Konuşma
biter bitmez görüntü kayboldu. Mavi neon ışıkların ortasında dikilen genç kadın
etrafa bir göz gezdirdi.
“Keşke
eski askeri bir proje dışında başka seçeneklerimiz olsaydı, Derin.”
“Hesaplanan
olasılıklar içinde başarılı olmamızı sağlayacak çıkış yollarının hepsinde o
var.”
“Onu
kontrol edebilir misin?”
“Olumsuz,
Jenni. Ancak ana hedefi yıllar önce belirlenmiş. Müdahale etmesek bile
Lemuria’yı bulana kadar aramaya devam edecektir.”