hayd etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayd etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

EDENİA

Yaşlı Jason Stan oturduğu kambur pozisyonda yorulduğunu hissederek arkasına yaslandı. Saatlerini düşünmekle geçirdiği odasından çıkıp biraz rahatlamak istiyordu. Masasının üzerine yansıtılmış olan görüntüdeki birkaç tuşa bastı. Odanın duvarları, Edenia’nın çevresinde bulunan kameralardan en iyi dünya manzarasını alan görüntüyü aktarmaya başladı. AG gözlüklerinin yansıttığı menüden bir kahve seçti.

Dakikalar içerisinde yarım akıllı bir hizmet androidi içeri girdi ve yaşlı adama kahvesini uzattı.

“Bu iş çok uzadı,” dedi Jason.

“Başka bir isteğiniz var mı efendim?”

“Yok. Seni gerizekalı makine.”

Android hizmetçi “yok” komutunu alır almaz arkasını dönüp odadan çıktı.

Aslında çok yaklaşmıştık diye içinden geçirdi yaşlı adam.

Başarmaya birkaç adım kalmıştı. Ta ki lanet bir pazartesi sabahı büyük bir siber saldırıyla uyanana kadar... Yirmi yıllık çalışmalarının durma noktasına gelmesi, tüm dünyada borsaların çökmesi ve ardından başlayan Amerika-Rusya siber savaşı.

                Jason Stan kahvesinden bir yudum aldı. Düşmanlarını hep yakında tuttuğunu düşünürdü. Rakip şirketler, devlet başkanları… Ama darbe hiç beklemediği bir yerden gelmişti. Henüz kimsenin tam olarak anlayamadığı, kimin yaptığını bulamadığı birinden.

                AG gözlüklerinden dünya saatlerine baktı.  Berlin’de sabah olmuştu. Projenin baş sorumlusunu aramak üzere parmağını gözlerinin önüne kaldırdı, rehberi açtı ve hızlı aramalardan Müller’i seçti. Telefon uzun uzun çaldı, sonra aniden kesildi ve gözlüğün küçük ekranında uykulu gözlerle ekrana bakan bir adam belirdi.

            “Günaydın Profesör. Umarım rahatsız etmiyorumdur.”

“Hayır, efendim. Size nasıl yardımcı olabilirim?“

“Bir gelişme var mı?  Ne kadar ilerleyebildik?”

“Bay Stan, elimizden geleni yapıyoruz. Deneklerimizin birkaç tanesinde kayda değer ilerlemeler sağladık ancak eski çalışmalar olmadan sıfırdan başlamış gibiyiz. Çok zaman alabilir.”

“O kadar zamanımız olmayabilir,” diye beklenmedik biçimde bağırdı yaşlı adam.

“Anlıyorum efendim.”

“Kusura bakma Hans. Senin suçun olmadığını biliyorum. İstanbul ve Tokyo’dan bir haber var mı?”

“Araştırmalarını bizimle düzenli olarak paylaşıyorlar. Eskisinden daha tedbirliyiz. Üç büyük makine sürekli olarak birbirlerini yedekliyor. Ayrıca tüm güçleri ile olasılıkları deniyorlar.”

“Tahmini bir süre çıkardılar mı?”

“Hayır, Bay Stan.”

“Teşekkür ederim Hans. Bir gelişme olursa haber verirsin.”

“Tabii efendim.”

                Profesör Hans Müller’in görüntüsü yaşlı adamın gözünün önünden kayboldu. Jason düşüncelere dalmıştı. Kahvesinden birkaç yudum daha aldı. Odasından dışarı çıktı ve bardağını kapının hemen önünde bekleyen yarım akıllının eline bıraktı. Şimdi Edenia’nın metal koridorlarında dolaşıyordu. Güvenlik birimine yaklaştıkça etraftaki görevlilerin sayısı artıyor, her biri ufak bir baş selamı ile Stan’in yanından geçiyordu. Ana kontrol odasının önüne geldiğinde içeride çalışan makinelerin sesini rahatlıkla duyabildiğini fark etti. Konuşmalar, yarım akıllılardan çıkan sesler ve diğer makinelerin seslerinin oluşturduğu bir kakofoni dışarıya yayılıyordu.

                Jason Stan, derin bir nefes alarak kapıyı açtı. Ekranlarının başında tüm dikkatlerini işlerine vermiş olan insanlar yaşlı adamı karşılarında görünce ayağa kalktılar. Androidler ise bir anlık duraksamanın ardından derhal işlerine geri döndüler. Stan eliyle oturun işareti yaptı.

                “Hoşgeldiniz,” dedi iri yarı güvenlik şefi.

                “Ne durumdayız?”

                “Berlin ve Tokyo’da her şey kontrol altında. Şirketin seçtiği başkanlar görevlerine devam ediyor. Herhangi bir isyan durumu yok. Ancak İstanbul daha karışık.”

                “Nasıl daha karışık?”

                “Tam olarak kontrolü sağlayamadık. Ayrıca hala eski hatlardan sanal ağlara girilebiliyor. Takibi çok zor.”

                “Şu kendisine Hayd adını veren serserinin İstanbul’da olma ihtimali var mı?”

                “Diğer şehirleri büyük oranda eledik efendim. Orada olma ihtimali çok yüksek.”

                “Neredeyse bir yıl olmak üzere, saldırının yıldönümü yaklaşıyor. Hala herhangi bir talep gelmedi mi?”

                “Hayır, Bay Stan. Ne bir istek var, ne de Hayd denen adamdan bir iz.”

                “Buhar olup uçmadı ya,” diye söylendi yaşlı adam. Bir yandan da odanın içerisinde ağır ağır dolaşıyordu. “Bir fikriniz var mı, Bay Tyler?”

                İri yarı adam alnındaki terleri sildi. Kendini sıkmaktan yüzü buruş buruş olmuştu. Bir süre önce makinelerin önünde dev gibi duran adam giderek küçülüyordu.

                “Saldırının yıl dönümünde bir istekte bulunmasını bekleyebiliriz. Korsanların genel davranış biçimlerine…” dedi ve duraksadı. Yaşlı adam hemen lafa girdi.

                “Başlatma şimdi genel davranış biçimine! Adam beklediğimiz hiçbir şeyi yapmadı. Onu saklandığı delikten bizim çıkarmamız gerekebilir.”

                “Daha önce dediğim gibi efendim, İstanbul’da durum biraz karışık.”

                “Nasıl karışık olabilir? O şehri batmaktan kurtardık, yatırımlar yaptık. Teknoloji verdik. Başkanları o koltukta kalmak için istediğimiz herşeyi yapar.”

                “O yapar ama Kam adını verdikleri adam ve onun grubu Kami Kavsi hala isyan halinde. Başkanı istemediklerini açıkça söylediler ve şirketimizi tehdit edecek kadar ileri gittiler.”

                “Kim olduklarını sanıyor bunlar?” diye bağırdı yaşlı adam. Ardından kendinden beklenmeyecek bir güç ile önünden geçmekte olan yarım akıllıya vurdu. Android, bir an için tökezledi ardından hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam etti.

                “Tam olarak ne istediklerini öğrenmeye çalışıyoruz efendim.”

                Jason Stan birkaç adım attı. Elini güvenlik şefinin omzuna koydu.

                “Beni iyi dinle genç adam. İnsanlar bir şey istemez, isteyemez. İsteklerini biz belirleriz. Neyi arzulayacaklarını, neye ihtiyaçları olduğunu biz onlara gösteririz. Bizim ürünlerimizi alırlar. Bizim istediğimiz kişileri yönetici seçerler. StanX şirketi yapar, onlar kullanır. Biz üretiriz, onlar tüketir. Kam veya adı her neyse, bir talebi olmamalı. Bir şey talep edecek durumda olmamalı. İstanbul’da insanların YongaX’i yok mu?”

                “İstanbul nüfusunun yüzde doksan ikisinde yongamız mevcut efendim. Geri kalanlarda sisteme dahil edilmeye çalışılıyor.”

                “Öyleyse bahsettiğin bu grup içerisinde yongamız kullanılıyor. Bir çoğunun, hatta belki de kendini bir şey sanan şu herifin beyni bile elimizde olabilir.”

                “Olabilir,” dedi güvenlik şefi, kendisinin bile zor duyabileceği bir ses tonu ile.

                “Harekete geçme zamanımız geldi de geçiyor bile. Başkan’a söyleyin şu Kam işini bir an önce çözsün. Eğer çözemiyorsa biz bir yol buluruz. Siz de tüm dikkatinizi Hayd’a verin Bay Tyler. Hangi deliğe girdiyse çıkarın onu.”

                “Anlaşıldı efendim.”

                “Ben Nora’nın yanında olacağım. Bir gelişme olursa haber verirsiniz.”

                Güvenlik şefi anladığını belli edercesine başını salladı. Jason Stan ağır adımlarla odadan çıktı. Edenia’nın metal koridorlarında tek başına yürüyordu.

                Lanet bir korsan ne isteyebilir diye düşündü. Mal, mülk, para. StanX şirketi dünyanın her yerinde, Karun’dan daha zengin edebilirdik onu. Eğer sessizliğini korursa kendi sonunu da hazırlamış olacak. Siktiğimin herifini kimse elimden alamayacak.

                Nora’nın odasına yaklaştıkça kendisini sakinleştirmeye çalıştı. Onun karşısında her zaman sükunetini korumuştu, şimdi de aynısını yapacaktı. Birkaç köşeyi dönüp, asansörle en üst kata çıktı ve Edenia’nın en özel odasına ulaştı. Önce parmak izi, ardından retina taramasını geçti. Nihayet kapılar açıldı.

                “Ben geldim,” dedi Jason Stan, loş bir ışıkla aydınlatılmış odaya girerken.  Etrafa bir göz gezdirdi. Her şey olması gerektiği yerde duruyordu. Bu oda dünyada, Florida’daki yazlık evlerinin bir kopyası olarak dekore edilmişti. Nora’nın kendi seçtiği oturma grubu, en sevdiği tablolar ve köşede yer alan bir şömine…

                Yaşlı adam önce Edenia’nın en büyük camından dışarıdaki karanlık uzaya baktı. Uzaktaki yıldızlara ve Edenia’nın yörüngesinde döndüğü dünyaya. Ardından odanın tam ortasında duran, etrafından sarkan kablolar ve borularıyla büyük bir makineyi andıran, içi mavi jel dolu kapsüle baktı.

                Yavaş yavaş oraya doğru yürüdü. Parmaklarını kapsülün metal yüzeyinde dolaştırdı. Cam bölüme geldiğinde durdu. Yüzünü yakınlaştırdı, avucunun içi ile camı okşadı. Nora’nın huzur içinde uyuyormuş gibi görünen yüzüne baktı.

                “Ne pahasına olursa olsun seni geri getireceğim aşkım,” diye fısıldadı.





GİRİŞ

                “Hayd içerde.”

                Sanal ortama girmek oldum olası beni mutlu etmiştir. Özellikle bir iddia sonrasında içerdeysem. Herşey küçük bir şakalaşma ile başlamıştı. StanX gibi büyük bir şirketin neden oyun işine girdiğine anlam veremeyen bir grup arkadaşın sohbeti komplo teorilerine dönüşmüş ve içimdeki gerçeği öğrenme isteğini açığa çıkarmıştı.

                “Yaptıkları oyunun sunucuları bile bir kaleden daha iyi korunur,” demişti R@y. “Sonuçta dünyanın en büyük şirketi ve neredeyse her sektördeler.”
                “İyi de neden? Bugüne kadar her oyunda bir açık bulundu, her oyunun içine sızıldı. Bu oyunu özel yapan ne?”
                “StanX’in oyunu olması,” diye karşılık vermişti Ivy.

                Bilgisayar ekranında beliren birkaç gülme efektinin ardından R@y son darbeyi vurmuştu.

                “Bence bundan sonra da kimse sızamaz oraya. Adamlar dünyayı yönetiyorlar. Onlardan büyük bir şirket yok.”

                Son cevabım, ben sızabilirim olmuştu ve işte buradayız. Olay tamamen bir zamanlama meselesiydi. En zayıf olduklarını hissettirdikleri an, benim de saldırımı başlatacağım andı. Neyse ki fırsat için çok beklemem gerekmemişti. Konuşmamızdan bir ay sonra sanal ağlar Japon w0rms grubunun büyük bir saldırı hazırlığında olduğuyla ilgili haberler ile çalkalanıyordu. Ardından diğer gruplardan benzer açıklamalar yükseldi. Sonu ise çılgınlık, tam bir sanal savaş.

                Hiç biri umrumda değildi. Ben, kendi hedefime tam olarak odaklanmıştım. Bir karton sigara, strese karşı birkaç yatıştırıcı hap ve AG’lerin (Arttırılmış Gerçeklik) üzerine taktığım SG (Sanal Gerçeklik) gözlüklerim.  Artık herkesin Hayd ismini öğrenme zamanı gelmişti.

                “Geldim,” yazdı SG’nin yan tarafında. R@y’in ışığı yeşile dönmüştü.
                “Bir şey kaçırmadım değil mi?” diye sordu Ivy ve onu temsil eden ışıkta renk değiştirdi.
                “Yeni başlıyorum.”

                Oyunun içerisinde dolaşmak ve hile yapmak kolaydı. Özentilerin bile sağdan soldan buldukları kodlarla yapabildikleri inanılmaz şeyler oluyordu. Tabii, hiç kimse hileden sonra oyunda kalamıyordu. Hem StanX’i kandırıp, hem de içeride kalabilenler her zaman gerçek kırıcılardı.

                “Şimdi. Her şeyi görebilmeniz için oyun içi haklarınızı biraz yükseltiyorum.”

                Ivy hiç zaman kaybetmeden SG’nin bir tarafını efektlerle doldurmuştu. Parmaklarım ısınmaya başlamıştı. El yordamıyla sigara paketini buldum ve bir dal yaktım. Birkaç ufak numara denedim ama başarısız oldum. X-Life oyununun sahte sokaklarında ufak çukurlar oluşturmaya başlamıştım. Hemen peşimden gelen R@y’in olan biteni rahatça gördüğünden emindim.

                “Oyunun içinden StanX’in merkezine ulaşabileceğine emin misin?” diye sordu Ivy. “Henüz bir şey göremedik de.”
                “Biraz sabırlı olur musunuz?”

                Bir taraftan sistemin derinlerine dalmaya çalışırken diğer taraftan da başında oturduğum masanın üzerindeki su şişesini arıyordum. Sonunda buldum ve bir iki yudum içtim. Gözümün kaymasından mı yoksa oyundan mı kaynaklandığını bilemediğim bir piksel atlaması fark ettim. Elimdekini bir kenara bırakıp tüm dikkatimi ekrana verdim.

                “Şunu gördünüz mü?”
                “Neyi?” dedi Ivy.
                “Şu bahçe duvarını.”
                “Normal bir bahçe duvarı işte.”
                “Az önce düz değildi.”
                “Sana öyle gelmiş olmasın?” diye araya girdi R@y.
                “Bir de şimdi bak.”

                Mavi ve yeşil fosforlu boya ile oluşturulmuş bir yay çizimi tuğla duvarın üzerinde belirdi.

                “Kami Kavsi,” dedi Ivy.

                Büyük saldırıdan istifade ederek onlarda kendilerine hedef olarak StanX’i seçmiş olmalıydılar. Oyun üzerinden güvenlik duvarlarını aşmayı planlayan başkaları da etraftaydı artık. Neden olmasındı ki? Şirketin bir kolu İstanbul’daydı ve neredeyse şehrin tamamını kontrol ediyorlardı. Her ne kadar başkan aksini iddia etse bile bu su götürmez bir gerçekti.

                Elimi çabuk tutmalıydım.

                “Ivy.”
                “Buradayım Hayd.”

                “Bu işi biraz eski metodlara başvurarak hızlandırabiliriz. Ben burada bir delik açmaya çalışırken, sen de şirketin İstanbul merkezini ara. Yardım masasından aradığını, saldırı dolayısıyla bir çok bilgisayarın etkilendiğini, acilen ana sunucu yöneticisi ile görüşmek istediğini söyle. Dahili numarasını ve tam adını sor. Seni bağlamaya çalışırsa bir bahane uydur ve telefonu kapat.”

                “Tamamdır, dostum.”

                Ivy, bana bir isimle gelene kadar ben de X-Life’ın soluk sokaklarında dolaşıyordum. Birkaç duvarda daha yay çizimine rastladım. Ardından yanıma yaklaşan bir avatar beni durdurdu.

                “Bize katılmak ister misin, Hayd.”

                “Teşekkürler. Ben yalnız çalışırım.”

                Meşhur isyancı Kam’ın adamlarından biri olmalıydı ama önemli değil. Hiçbir zaman kendimi bir topluluğa yakın hissetmedim. Ne yaptıklarını, ne uğruna savaştıklarını umursamıyordum. Tek bildiğim benden önce StanX’e giremeyecekleriydi.

                “Geldim, seni manyak,” yazdı Ivy.
                “İsim ve numara?”
                “Ahmet Kara, 7515”

                Hızlıca dil çeviriciyi aktif hale getirdim ve bir mail hazırladım.

                “Acil. Ahmet Kara’nın dikkatine.

                Dünya çapındaki saldırı nedeniyle zor durumdayız. Kullanıcı adımın ve şifremin yenilenmesini rica ediyorum. X-Life ana sunucuya erişmem gerekiyor.
                Neumann, Albert”

                Elektronik posta anında Almanca’ya çevrildi. Gönderilmeye hazırdı. Hızlıca telefon hattımı birkaç vekil sunucu üzerinden Berlin numarasına çevirdim. Ardından dahili numarasını tuşlayarak Ahmet’i aradım.

                Ses değiştirici aktif, simultane tercüme aktif.

                “Merhaba Ahmet. Ben Berlin’den Neumann, güvenlik biriminden. Saldırı sebebiyle zor durumdayız. Acilen İstanbul’daki ana sunucuya bağlanmam gerekiyor.”
                “Tabii, anlıyorum,” dedi karşıdaki ses. “Aslında biz de pek iyi sayılmayız. Ortalık karışmış durumda.”
                “Sana hızlıca bir eposta atıyorum. Üstlerin sorarsa diye sebepleri de açıkladım. Yeni bir kullanıcı adı ve şifre verebilir misin? Şey, ana sunucu için. Hani şu makine vardı ya, sizin oradaki.”
                “TURLFX,” dedi nazikçe.
                “Evet, evet. Bu arada şimdi gönderdim. Birazdan sana ulaşır, onun üzerinden dönüş yapabilirsin. ”
                “Geldi Neumann. Şimdi sana yeni bir kullanıcı oluşturup dönüş yapıyorum.”
                “Çok teşekkürler.”

                Telefonu kapadım ve epostanın gelmesini bekledim. Eğer “Yanıtla” tuşu yerine adresi kendi girmeye kalkarsa bütün planım suya düşecekti. StanX şirketinin Berlin ofisinden geliyormuş gibi gözüken bölüm basit bir aldatmacadan ibaretti. Beklerken tekrar Kam’ın adamlarından biriyle karşılaştım. Belli ki, hala uğraşıyorlardı.

                Sonunda beklediğim cevap geldi. Eski ve kirli numaramı yutmuşlardı. Kimsenin denememiş olmasına şaşırdım.

                “Tamamdır arkadaşlar. İçeri giriş için biletim hazır.”
                “Asıl iş bundan sonra başlıyor,” diye araya girdi R@y.
                “O kısmı bana bırakın. Bu işten sonra adım tarihe geçecek.”

                Bir taraftan oyun içerisinde ilerliyordum, diğer taraftan gözümün önünde akan kod parçaları ile uğraşıyordum. Kullanıcı adı ve şifre. Tabii ki. Kapılar açılıyordu.

                “Gençler şehir manzarasından sıkıldınız mı?” Cevap gelmesini beklemeden ortamı biraz değiştirdim. Artık büyük bir yatın içinde açık denizlerdeydik. AG gözlüklerimin önünde tebrik ve gülümseme işaretleri akıyordu. Bir süre daha çabaladıktan sonra daha derinlere inmeyi başardım.

                Küçük hizmet robotları, kendi kendini idare eden araçlar, yarım akıllı androidler, güvenlik uçargözleri, akıllı evler ve son olarak yapay zeka araştırmaları. En zor olan en büyük olandır. Bir saniye daha düşünmeden YZ bölümüne geçtim.

                Birkaç başarısız denememden sonra şirketi fazla hafife aldığımı düşündüm. Ardından aklıma gelen tüm metodları denemeye başladım. O kapının arkasında ne saklıyorlarsa büyük bir şeydi. Dakikalar geçiyordu ve ben hala uğraşıyordum.

                “Başka neler yapabilirsin, Hayd?” diye sordu Ivy. “Biz yeterince deniz havası aldık.”

                Önümdekini bir kenara bırakıp, klavyede birkaç komut tuşladım. Durumlarından menun olmayan dostlarımın avatarları tam kapasiteye çıktı. Ardından onları yüksek bir dağın tepesine bıraktım.

                “Madem öyle biraz da dağ havası alın.”
                “Hiç komik değil,” dedi R@y.
                “Büyük bir şeyin peşinde olduğumun farkındasınız sanıyordum.”
                “Farkındayız ama o yatta saatler geçirdik.”
                “Ne saatler mi?”

                Bir sigara daha yaktım. Ne kadar süredir kapılarla uğraştığımın farkına varamamıştım. AG gözlüklerimden saati kontrol ettim. Tüm saldırının bitmesine daha iki saat vardı. Bu süre içerisinde alacağımı alıp, çıkıp gitmeliydim. Onlar beni bulmadan iş bitmeliydi.

                “Bir YZ araştırması var. Buradaki en iyi korunan şey o.”
                “Yani? Hadi ama imzanı at ve çık artık. Yeterince eğlendik,” dedi Ivy.
                “Bir saat daha verin bana. Ondan sonra çıkıyorum.”

                Sisteme ekstra kodlar ekliyordum, hangisinin etki edeceğini bilmeden. Sadece yazıyordum. Bildiğim, öğrendiğim her şeyi, içgüdüsel olarak hissettiğim her şeyi deniyordum. Aniden büyük kapı açıldı. Sigaram ağzımdan kucağıma düştü. Gözlükleri kaldırıp gerçek hayata bir göz attım. Pantolonum henüz tutuşmaya başlamamıştı. Hafif bir hareketle üzerimdekiler yere düşürmeyi başardım ve ayağımla ezdim. Gözlüğü tekrar taktığımda o karşımdaydı.

                Bugüne kadar dizayn edilmiş en gerçekçi sanal görüntü. Her iki dünyada da var olmuş en mükemmel vücuda sahip kadın. Altın oran vücudunun her yerindeydi. Her tarafını saran tek parça tulum üzerinde parlıyordu. Mavi pembe uzun saçları yüzünün iki yanından aşağı inmişti. Elini bana uzattı.
                “Yardım et.”

                Donmuştum. Mesaneme baskı yapan idrar dışında bir şey hissetmiyordum.

                “Kimsin?” diyebildim sonunda. Ya da nesin diye düşündüm.
                “Çıkar beni buradan, yardım et.”

                Düşünüyordum. İzinsiz girdiğim bir sunucudan nasıl çıkacağımı hesaplamayı bırakıp karşımda duran varlığı oradan nasıl çıkaracağımı düşünüyordum. Ardından sarsıldım. Camların kırılma sesleri her yeri sarmıştı. Etrafıma bakındım. Kız karşımda kıpırdamadan duruyordu.

                “Gel benimle,” dedim. “Fazla zamanım olmayabilir. Seni oradan çıkartalım ve kimsenin bakmayacağı bir yere koyalım.”

                Gerçekte bulunduğum binanın içerisinden uçargözlerin pervane sesleri geliyordu. Beni nasıl bulduklarını anlayamıyordum. Bu kadar çabuk olmamalıydı. Bütün izleri kapatmıştım. Bu şekilde olmamalıydı.

                “08,” dedi şimdi yanımda duran varlık.
                “Bu ne şimdi? Senin ismin mi?”
                “08.”

                Üst katlardan gelen koşturma sesleri güvenlik güçlerinin yakın olduğunu haber veriyordu. Sanal ortamda bulunan kapılara baktım. Ufak bir tekerlemenin ardından parmağım bir tanesini işaret eder vaziyette durdu.

                “Sakın kıpırdama,” diye bağırdı arkamdan bir ses.
                “Hayd. İyi misin?” yazdı R@y. “Hala orada mısın? Çıksan iyi olacak, tüm dünyada saldırı bitmek üzere.”

                Şimdi kafama dayanmış namlunun soğuk çeliğini hissedebiliyordum.

                “Sana diyorum. Ellerini makineden çek ve gözlükleri çıkar.”

                Son bir tuşa bastım ve son bir komut çalışmaya başladı. Ekranlar karardı. Makineler patlayacakmış gibi ses çıkartıyor, tüm hızlarıyla içlerindeki tüm bilgileri siliyorlardı. SG ve AG’lerimi çıkarıp ellerimi havaya kaldırdım.

                “Alper Tektaş, yasadışı alkol ve kimyasal bulundurmaktan tutuklusun.”

                Şaşırmıştım. Arkamdaki adam istese bile kıpırdayamazdım. Ellerimden tuttu ve sırtımda birleştirdi.

                “Bu kadar basit bir şey için beni hapse mi atacaksınız?”
                “Tabii ki hayır, DRM’ye gönderiliyorsun.”


                DRM. Depresyon Rehabilitasyon Merkezi.