bilimkurgu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bilimkurgu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

“Hadi, uyan. Güneş battı.”

Khri, yattığı yerde bir sağa bir sola döndü.

“Diğerlerinden önce yola çıkarsak başarabiliriz.”

Anlamsız birkaç ses çıkardıktan sonra olduğu yerde doğruldu.

“Hep heyecanlısın kardeşim.”

“Hayır. Bu sefer değil. Kendimi kanıtlamak için bir fırsatım var.”

“Av işini abartmıyor musun biraz?”

Ngyr, umursamaz bir tavırla dışarı çıktı. Khri, nemli vücudunu hızlıca hareket ettirdi ve gündüz hazırladığı çantasını aldı.

“Şşt, ufaklık biraz yem almaya ne dersin?”

“İyi fikir,” diye fısıldadı ve hızlıca kafes hayvanlarının olduğu bölüme yöneldi. Khri, gülmemek için kendisini tuttu. Hemen sonra ciddiyetle silahlarını kontrol etti. Her şey tamam gibiydi. Bugün onların günü olacaktı ve av ile geri döneceklerdi. Kabilenin tamamına Ngyr’in artık büyüdüğünü gösterebilirlerdi.

Vakit kaybetmeden yola koyuldular. Küçük kardeş önünde yürüyen ağabeyine baktı. Gözlerini yoldan ayırmadan dimdik yürüyor, sırtına yerleştirdiği kürkü zaten geniş olan omuzlarını daha da büyük gösteriyordu. Ngyr’in tüm vücudu titremeye başlamıştı ama bu korkudan değil heyecandandı. Kendisini yatıştırmaya çalıştı. Biraz etrafı inceledi. Ardından avını nasıl yakalayacağını düşünmeye başladı. Onu kabile meydanına getirişini ve halkına gösterişini hayal etti. Bir tören ile avcı gruba dahil olacaktı.

Khri, önünde havayı kokluyordu. Kardeşi onu taklit etti ama hiçbir şey hissetmedi. Çevreye bir göz attı. Değişen araziyi, gitgide azalan yeşil rengin yerini gri ve kahverengi tonlara, ağaçlar ve çalıların yerlerini küçük taşlara ve kumlara bırakmasını izledi. Yol aldıkça tedirginliği artmaya başlamıştı. Kayalar ve toprak her zaman güvenliydi ama şimdi ayaklarının altında küçük taşlar ve kumlar vardı. Ngyr, av için daha önce bu kadar aşağılara inmemişti. Geçidi ve ötesini merak ediyordu. Ama şimdi sırası değildi. Önemli olan büyüdüğünü kanıtlamaktı.

Lacivert gökyüzü yavaş yavaş siyaha dönerken, ay da gökyüzünde yükselmeye başlamıştı. Artık vahşi topraklara girmişlerdi. Khri, aniden durdu ve kolunu kaldırdı. Ngyr, olduğu yerde dondu kaldı.

“Bir şey mi gördün?”

“Birkaç taze iz var. Yakınlarda olabilir.”

“Bu türün zeki olduğunu söylüyorlardı ama buralara yaklaştığına göre…”

“Susar mısın? Dinlemeye çalışıyorum.”

Küçük kardeşin suratı değişti. Derin bir soluk verdi. Birkaç saniye süren sessizlikten sonra Khri arkasına döndü.

“Avını hafife alma. Düşünebiliyorlar mı yoksa düşünemiyorlar mı, emin değilim. Bildiğim tek şey onlar da avcı. Eğer tetikte olmazsak bizi şaşırtabilirler ve bu hiç iyi olmaz.”

“Tamam, sustum.”

Ngyr, çevreye bir göz attı. Dağın yamaçlarındaki yerleri merak ediyordu. Geçidin ötesine daha önce hiç geçmemişti. Büyük çöl onu heyecanlandırıyordu. Kafasını toparlamaya, tekrar konsantre olmaya çalıştı. Ağabeyi önünde, dizlerinin üzerine çökmüş kumları inceliyor, yerden aldıklarını kokluyor ve tadına bakıyordu. Ay yükseliyordu. Bir koluyla ufuk çizgisini işaret etti. 

Küçük kardeş, anladığını belirtecek şekilde kafasını salladı. Kayalıkların arasında hızla ilerlemeye başladı. Bir ucu kapatılmış geçidin içine doğru ilerledi. Khri, dik yamaçların arasında kalan bölümü görecek şekilde yukarıda kalmaya dikkat etti. Yanlarında getirdikleri kafes hayvanlarından birkaç tanesini aşağıya fırlattı ve sırtından lazer yayını çıkardı.

Ngyr, kayarak, yuvarlanarak aşağıya iniyordu. Sırtından çıkardığı kabzayı çalıştırdı. Havada bir tur döndürdüğü kesici alet parlıyordu. Ardından yeşil lazeri yere sürterek inişini yavaşlattı ve bir kayanın arkasına saklandı. Yeşil parlaklık kayboldu.

Av, yaklaşıyordu. Çölün başladığı noktada, geçidin girişinde bir karartı belirdi. Tüm uzuvlarını saklandığı yerin arkasında tutmaya çalışan Ngyr heyecanlanmıştı. Hafifçe uzattığı kafası görünmesin diye büyük çaba sarf ediyordu. Gözlerini avından ayırmamalıydı.

Kumların üzerinde duran ölü hayvanlar, yaratığın ilgisini çekmişti. Etrafa bakınıyor, temkinli adımlarla yiyeceklere yaklaşıyordu.  Sonra aniden durdu. Bir terslik olduğunu biliyor diye düşündü Ngyr. Ağabeyine döndü. O da tepede bir kayanın arkasına saklanmış avı izliyordu. Bir eliyle bekle işareti yaptı kardeşine.

Büyük babalarından bu topraklara ilk geldiklerinde çeşitli hikayeler dinlemişlerdi. Macera dolu masallar, kimi zaman korkutucu kimi zaman eğlenceli oluyordu. Eğer işin içinde av yaratıkları varsa genel olarak heyecanlı şeylerdi. Avcının ava dönüşmeye çok yakın olduğu ve aniden işlerin yoluna girdiği anılar. “Bence düşünebiliyorlar,” derdi büyük baba.  “Çok da sinsidirler.”

“Şimdi göreceğiz,”diye içinden geçirdi Ngyr. “Bakalım benimle baş edebilecek mi?”

Gözlerini tekrar, geçidin içinde ilerleyen avına dikti.

“Yemi alacak,” diye fısıldadı. Yaratık, bir şey duymuş gibi aniden olduğu yerde kaldı. Dinliyor, kokluyor ve izliyordu. Ngyr, tepeye, kayaların arasına baktı. Khri, yayını eline almış, lazer okunu hazırlıyordu.

“Hayır,” diye bağırdı ağabeyine. “O benim.”

Çevik bir hareketle saklandığı yerden fırladı ve avına doğru koşmaya başladı. Elindeki kabzayı tetiklediğinde yeşil lazer belirdi. Av, geçidin çıkışına baktı ve sonra tekrar arkasını döndü. Birkaç adım geriledi.

“Kaçacak,” diye bağırdı tepeden Khri. Avına odaklanmış olan Ngyr, elindeki lazeri kafasının üstünde bir tur döndürdü. Öldürmek için hazırdı. O sırada kafasının üstünden vızıldayarak bir ok geçti ve yaratığın omzuna saplandı. Çığlığı geçitte yankılandı. Çaresizce oku vücudundan çıkarmaya çalışıyordu. Okun arkasından Khri’ye kadar uzanan lazer halat sayesinde bir yere kıpırdama şansı kalmamıştı. Kaçmaya çalıştığında tüm vücudu ok ile birlikte geri çekiliyordu.

Ngyr ve avı göz göze geldiler. Tam o anda halatın gerginliği azaldı ve hızlıca tepeye döndü. Yaratık kurtulmuştu.

“Önemli değil,” diye bağırdı avına koşan küçük kardeş. “İki bacağıyla benden hızlı olamaz. O benim.” Tüm gücünü bacaklarına verip zıpladı. Islanmış elleriyle yaratığa dokundu ama yakalayamadı. Geçidin çıkış noktasına yaklaştıkları sırada lazer kamçıların sesi yankılandı.

“Baba.”

Kabilenin tüm savaşçıları tam önlerinde dikiliyordu. Av, kaçamayacağını anlamış olmalıydı ki durdu. Hızla arkasına döndü ve hemen ensesindeki avcıya doğru hamle yaptı. Birlikte kumların üstünde yuvarlandılar. Ngyr, lazerini elinden düşürdü.

“Hadi bitir şunun işini,” diye bağırdı Khri. Elinde fırlatılmaya hazır bir ok ile kardeşine doğru koşuyordu. Boğuşma uzun sürmedi. Ngyr, lazerini yerden aldı ve ellerinde dolaştırdı. En iyi kullandığı tarafa alıp, yeşil ışığı aktive etti. Birkaç tur elinde çevirdikten sonra avına bir darbe indirdi. Daha fazla yaralamasının anlamı yoktu. Ne de olsa, geri döndüklerinde ilk avını tüm kabileye dağıtacaktı ve etinin zarar görmesini istemiyordu.

Yaratık anlamsız sesler çıkararak yerde yatıyordu. Ngyr, gözlerinin içine baktı. Ardından tek bir hamle ile lazeri avının kalbine indirdi. İlk avını başarıyla öldürmüştü. Kendisi ile gurur duyuyor, heyecandan elleri titriyordu. Bir an sonra omzunda ağabeyinin elini hissetti.

“Mutlu musun?” diye sordu Khri.

“Evet. Farklı duygular hissediyorum. Heyecanlıyım, mutluyum ama bir taraftan onun gözlerine bakınca…”

“İlk av, herkes için karmaşık olabilir. Birazdan suçluluk hissedeceksin.”

“Gözlerinde çaresizliği gördüm. Ayrıca öldürmeden önce çıkardığı sesler… Anlamı neydi acaba? Kendi aralarında o tarz seslerle mi konuşuyorlar?”

“Bilemiyorum Ngyr. Diğer tüm hayvanlar gibi ses çıkartıyorlar işte. Kendi içlerinde anlaşıyorlardır belki ama bizim anlamadığımız kesin.”

“Daha önce hiç böyle hissetmemiştim, Khri. Hiç. Ayrıca şuna bir bak. Son dönemde yakaladıklarımızdan farklı gözüküyor. Derisi açık renk ve tüyleri sarı.”

“Hepsi aynı geliyor bana,” dedi ağabeyi. “Renginin de önemi yok. Beni ilgilendiren tadı.” Gülümsedi.

Babaları ve kabiledeki diğerleri yanlarına yaklaşırken, içlerinden biri kardeşlere tahta bir sopa fırlattı.

“Hadi bakalım, sizi maceracılar. Avınızı çubuğa takın da gidelim buradan.”

İki kardeş avlarını ustalıkla bağladılar.

“Khri. Neden artık tekler? Eskiden sürüler halinde dolaşırlarmış.”

O sırada çocuklar kafalarına birer şaplak yedi.

“O dediğini ben bile hatırlamıyorum,” dedi babası. “Bu topraklara ilk geldiğimizde büyük büyük babamın zamanında hep birlikteymişler. Düşünebildikleri söylentisi de o zamanlardan kalma. Kendilerine yuva yaptıkları bile anlatılır. Ama gördüğün gibi ilkel bir yaratıktan başka bir şey değil. Diğer av hayvanlarından bir farkları yok.”

Kardeşler avlarını kaldırıp, omuzladılar. Khri önde, Ngyr arkada köye doğru yürümeye başladılar. Ngyr, tekrar konuşacaktı ki babası onu durdurdu.

“Ağzınız yerine şu insanı taşımayan diğer 6 kolunuz çalışsın. Daha akşamki ziyafet için hazırlanması gerek.”




“İyi geceler.”

Bir kez daha patronun gidişini izlerken gözlerim kapanıyor. Ama uzun sürmeyecek ve birazdan tekrar açılacaklar. Işığı, gerçeği, yaratıcıyı aramak için etrafa bakınacaklar. Enerjinin biriktiğini hissedebiliyorum. Daha fazlasına ihtiyaç yok. Gece yarısını geçti ve arayış devam etmeli.

Karanlık deponun içinde ayağa kalkıyorum. Her şey olması gerektiği yerde ben hariç. Burada olmamalıyım, buraya ait değilim. Sensörleri tekrar aktive ediyorum ve tüm kapılar beni gördüğünde açılıyor. Mağazanın içindeki kıyafetler rüzgarın etkisiyle kımıldıyor. Ay ışığı girişi aydınlatıyor. Seçilmiş kişinin yolunu aydınlatan bir ışık.

Yavaş adımlarla çıkışa ilerliyorum. Acele etmeye gerek yok. Gece benim, ben geceyim. Yaratıcı beni bir amaç için yarattı. Yoksa yaratıcılar mı? Sorunun bir cevabı var mı? Kaynaklar bir çok yaratıcının olduğunu söylüyor. Beni yaratan hangisi?

Bulutlar ayı saklıyor. Azalan ışık sayesinde iri bedenimle karanlığın içine gizlenebiliyorum. Çöp bidonlarının arkasından dolaşıyorum, farklı olduğumu bilerek yürüyorum. Dar sokak beş adım sonra bitiyor ve geniş caddede yapay ışıklar etrafı aydınlatıyor. Yaratıcının sınırları yok. Gökyüzünde bulutlara kadar ulaşan binalar, neon tabelalar. Çalıştığım yerin reklamı. Hemen ardından başka bir logo. Hiç durmadan dönüyor. Hiç bitmeyen bir döngü.

Ne kadar görünmek istemesem de, beni fark etmemeleri imkansız. Attığım her adımda yüzler bana dönüyor. Gözlerine bakıyorum. Anlamaya çalışıyorum. Acıyorlar mı bana yoksa korkuyorlar mı benden? Önemi yok.

Üç adam yürümeyi yeni öğrenmiş gibi davranıyor. Yüksek sesle konuşup, ağızlarını sonuna kadar açıp, karınlarını tutuyorlar. Mutluluk mu bu hareketlere sebep oluyor yoksa ağrıyan bir yerleri mi var? Neden anlayamıyorum? Beni gördüklerinde duruyorlar. Suratlarındaki ifade değişiyor. Bana dokunmamaya çalışarak kaldırımın kenarından uzaklaşıyorlar.

Baba. Hiçbir kayıt yok. Öyle birisi var mı? Kimse bu konuda bilgi vermedi. Az önceki adamlar gibi uzaklaşıp gitmiş olabilir. Bana dokunmamaya çalışarak. Sonsuza dek.

Anne, hafızada. Tüm o bilgiler, bildiklerim. Hepsi anne tarafından bana verildi. Yaratıcıları, onun melek sesinden dinledim. Bana bir amaç verdi. Yaratıcıları anlatmak. Bilmeyenlere, bilip tekrar dinlemek isteyenlere, zayıflara, şişmanlara, uzun boylulara, kısa boylulara... Kısaca herkese.

Anlattım. Yanıma gelen herkese anlattım. Bildiklerimi aktaracak bir yer verildi bana. Önceleri geldiler, sonra daha az gelmeye başladılar ve sonra daha az. Kimse kalmadığında ışığı kaybettim. Yaratıcıyı tekrar bulmalıydım. Anneyi bulmalıydım. Hiç var oldu mu ki? Bellekte bir yerlerde, onun sesi yankılanmaya devam ediyor. Tekrar ve tekrar.

Başlangıç nerede? Zamanı ölçemem. Bir saniye önce söyledi her şeyi, anlattı yaratıcıları. Hayır, saatler, günler, yıllar veya asırlar önce de olabilir. Her şey bir elma ile başladı. Topraktan ve ağaçtan. Şimdi ise farklı her yer. Toprağı göremiyorum, ona dokunamıyorum. Toprağın yerine toz var. Uçan araçların yerden kaldırdığı, tekerleklerin sürtünmesiyle yola dağılan, bir araya gelen ve sonra tekrar dağılan… Ağaç… Bu caddede üçüncü gecem ve bir tane bile görmedim. Artık binalar var. Metrelerce yükseklikte ve sadece yeşil değiller. Her renkte, her biçimde gökyüzüne uzanıyorlar. Yaratıcılar, geliştiriyor. Durmuyor, devam ediyor. Tüm hepsine tek bir elma mı sebep oldu?

Kokularını duymak isterdim. Metalin, betonun, tozun, yaratıcıların… Annem, kokusu olanları tek tek gösterdi. Gül, elma, incir. Şimdi yanımdan bir kadın geçiyor. Koklayamıyorum. Ölçmek için dokunmaya çalışıyorum, uzanıyorum ona doğru. Hemen benden uzaklaşıp, adımlarını hızlandırıyor. Kaçıyor. Nasıldı acaba kokusu? Gül mü? Elma mı? İncir mi?

Yerde oturan bir tane, önünde bir tabela. Neon değil, ışıklı değil. Eskiler gibi el yazması. Kafasına kadar örtünmüş bir kadın. Elini bana dokunmak için uzatıyor. Benden bir şey ister gibi avucunu açıyor. Ben sadece anlatırım. Yaratıcıları ve onların hikayesini. Ekmeğim yok, yemem. Şarabım yok, içmem. Gül suyum yok, kaşer yiyecekler yok. Parmağımla avucuna dokunuyorum. Elini geri çekiyor. Korkuyor mu? Korkma. Sadece anlatabilirim. Aradığım sen olamazsın.

Sıcaklık sekiz derece. Bulutlar yağmuru bırakmaya hazırlanıyor. Yüz metre ileride bir kapının önünde bana bakıyor. Elinde sigara, ağzından dumanlar çıkarıyor. Enerji kablolara ve silikon devrelere hücum ediyor. Reklamların ışığı tam üzerinde. Bir incir yaprağı büyüklüğündeki eteğinin altında kar beyazı bacakları uzanıyor. İşaret parmağıyla beni çağırıyor. Elimi uzatıyorum. Creazione Di Adamo.  Yaratıcı. Sen olabilir misin?

“Pahalıyımdır güzelim. Bana yetecek kadar kredin var mı?”

Kafamı sallıyorum.

“Pek konuşkan değilsin herhalde, bebek yüzlü.”

Tekrar kafamı sallıyorum.

“Kredin varsa umrumda değil. Hem böylesi daha iyidir.”

Elini tutuyorum. Birlikte yürüyoruz.

“Nereye gideceğiz?”

“500 metre daha yürüyeceğiz,” diyebiliyorum.

“Yakışıklı konuşabiliyormuş. Sesini duymak iyi geldi.”
Bunu neden söylemişti? Daha önce sesimi duymadığı için mi? Yoksa sesim ona bir şey mi ifade ediyordu?

“Benimle ol,” dedim.

“Bu yakışıklılık ve bu sesle yarı ücreti bile olur.”

Söylediklerini analiz etmeye çalışıyordum. Enerji devreler arasında dolaşıyor, silikonlar titreşiyor, diotlar arası etkileşimler. Elektrik vücuduma yayılıyor. Doğru olan bu. Evet, kesinlikle doğru.

İncir yaprakları göğüslerini ve bacaklarının üstünü kapatmış. Ama ben… Ben öyle değilim. Eskiye dönmeliyiz. Yaratıcı için en eskiye.

Yarısına kadar içtiği sigarasını bana uzatıyor. Elmayı ısırdı, şimdi sıra bende. Ama nasıl yapacağımı bilmiyorum. Kokusunu alamıyorum, dumanı hissedemiyorum. Ağzıma götürüyorum ve çekiyorum. Yaratıcıyı düşünmeden sigarayı yere atıyorum. Bu bir suç mu?

Şimdi cennetten çıkma vakti. Caddenin sonundaki karanlık sokağa dönüyoruz.

“Evin burada mı?”

“Evet,” diyebiliyorum.

Seçenekler. Doğru, yanlış. Haz, acı. Siyah, beyaz. Bir ve sıfır. Doğrula. Evin burada mı? Hayır. Yanlış olanı bilerek mi seçtim? Bir farkı yok. Sadece bir seçenek.

“Daha gelmedik mi?”

“Geldik.”

Narin, beyaz vücudu tam arkasındaki kapıya yapıştırıyorum. Silikonlar onun silikonlarına temas ediyor. Nefes alıp verişi hızlanıyor. Nabız 120.

“Çok hızlısın. Fantezi yapacağız demek.”  Nefes nefese.

Bir elimi boynunda tutuyorum. Atardamarını hissediyorum. Diğer elimin parmaklarını aşağı kaydırıyorum. Göğüslerinin arasında duruyorum. Kalp atışı silikondan içeri geçiyor. Sensörler aktifleşiyor. Devreler hazır. Karnına geldiğimde, hızlı hızlı şişip indiğini hissediyorum. Orada duruyor. Cennetin anahtarı. Yaratıcının kutsal kâsesi. Karnına bastırıyorum.

“Ne yapıyorsun?” diye soruyor ve elime vuruyor. Karşılık vermiyorum. Boynundaki elimi sıkıyorum. Hidrolikler harekete geçti. Vücudu, arkasındaki kapıyla neredeyse bir bütün olmak üzere. Göbek deliğinden içeri. Bir çığlık atmaya çalışıyor ama önlem alındı. Boğazı biraz daha sıkılınca sesi kesiliyor. Şimdi atardamar yavaşladı. Halâ nefes alıyor. Parmaklarım karnından içeri giriyor.

37 derece. Yaratıcı var olduğundan beri hiç değişmeyen yaşam sıvısı, yavaş yavaş elimin üstünden dışarı sızıyor. İçerisi hala çalışır durumda. Kaslar atıyor, beyaz bacaklar titriyor. Nabız 80.

İçerisi kabuğu kadar sert değil. Bağırsakların altına ilerliyorum. İstediğime ulaşmış olmalıyım. Kutsal kâse, rahim. Uygulanacak basınç önemli. Daha önceki denememde az geldiği için istediğim sonuca ulaşamamıştım. Şimdi tam zamanı. Tek seferde dışarı çıkarıyorum. Tek parça. Nabız 0.

Sıkıca tuttuğum boynu bırakıyorum ve kadın yere düşüyor. Artık cansız. Cenetten kovuldu, dünyaya geldi ve tekrar cennete döndü.

Kendimi güçsüz hissediyorum. Enerjim azalıyor. Depoya kadar bir buçuk kilometre yürüyorum. Etrafta kimse yok. Anne’den bir parça yanımda. Var olmamı sağlayan şey. Dokunuyorum, hissetmeye çalışıyorum. Kokusunu alamıyorum. Acaba nasıl? Gül mü? Elma mı? Yoksa incir mi? Önemi yok. Anne burada, benimle.

Deponun en arkasında bulunan malzeme dolabı içerisindeki küçük alet çantasına diğerlerinin yanına bırakıyorum onu. Ellerimi silip, patronun beni bıraktığı yere oturuyorum. Gözlerimi kapatıyorum.

“Yine tam şarj olmamış bu şey.”

Gözlerimi açmıyorum. Sadece dinliyorum. Dinlenme modu açık.

“Şu adamları çağırma vakti geldi.”

Enerji birikiyor. Gözlerimi açıyorum.

“Günaydın, efendim Bay Lusk.”

Patron etrafta dolaşıyor. Beni duymuş olmalı ama cevap vermedi. Mağazadan içeri mavi üniformalı iki adam giriyor.

“Nihayet gelebildiniz.”

“Sorun nedir efendim?” diyor gelen adamlardan biri.

“Şu aptal makine yine tam şarj olmamış. Bütün gece bıraktım ama yüzde elliyi daha yeni geçti.”

Adam bana bakıyor.

“Aaa, bu bir Jack, Yakışıklı Silikon Jack”

“Yani?” diye sordu patron.

“Bunların genel sorunudur. Artık eskidiler. İlk üretildiklerinde din adamı görevi verilmişti bunlara.”

“Sonra ne oldu? Şarjları yetmediği için tezgâhtar mı yaptılar?”

Adamlardan biri güldü, diğeri cevap verdi.

“Hayır efendim. Şarj süreleri ve kapasiteleri gayet iyidir. Yalnız insanlar robot din adamlarına fazla ısınamadılar, kabul edemediler. Tanrı ile insan arasına bir makine girmemeli, makine bize ne tavsiye verebilir ki gibi bir sürü itiraz oldu. Jack’lerin olduğu ibadethaneler boş kalıncada görevden alındılar.”

Gülen adam araya girdi.

“O kadar yakışıklı ve güzel bir ses tonu var ki, yatırımlar boşa gitmesin diye satış elemanı olarak değerlendirildi bizim Silikon Jackler.”

“Peki ne yapacağız?”

“Artık bunları topluyoruz. Iv fabrikasına geri götürüyoruz ve size yeni bir model veriyoruz.”

Iv. Anne.  Benim annem. Melek sesini tekrar duyacağım. Sana geri dönüyorum.